29 Mart 2013 Cuma

Gerçekten mutluyum ben bugün.. Öyleyim içeriğe takılmayın.. =)





Aklım, kalbim ve tüm bedenim öyle yorgun ki.. Hani böyle saatlerce uyusam doyamaz o anki dinginliğe.. <  Bahar yorgunluğudur der anneme desem.. Ah! Annem bir bilsen..!  >
Bugün içinde bir cümle ayırıyorum kendime.. Duvarıma kazıyorum..

"Gelir geçer herşey.. Birgün gider herkes.. Seni bırakmayan tek şey baktığın yerdeki "SEN" .. Yani "BEN" .."

Olduğum gibimiyim.. 
Peki, değişen ben değiştiğim gibimiyim..?
Hala "O" ben oradamı ?
Hani bitti ya bu kış.. Yine geldi ya bir bahar daha.. Kendimi o kışta bırakıpta mı geldim buralara..?
Kabuk mu değiştirdim ?
Her sene dermiyim yine işte bugün gitti diye.. 
O gün böyleydim ben, o gün son kez sarıldım.. Ogün veda etmedim sadece dönüp gittim diye... 
Son öpüş son bir gülüş hatıra düşer mi yine..
Adım attığım bir yol, kurduğum bir cümle.. Hani demiştin ya böyle.. Söylemiştim ben sana diye.. 
Bunu yaptım dermiyim ?

Geçiyormuş, geçebiliyormuş.. Ama hiç bitmiyormuş.. 
Yine korkmuyorum, yine haddinden fazla umursuyorum... Güveniyorum..
Seviyorum bir sürü şeyi, senli bizli sensizliği.. 
Sessizliği.. Sessizliğin içindeki sesleri..
Geçiyormuş.. Gidiyormuş..
Korkutan tek şeyse ..
Neyse.
Burada kalsın iki (..) nokta ile ucu açık... 
Hep yaptığım gibi..

Fazla melankoli sabah sabah kanı hızlandırır belkide.. İsteksizlik yapması yanında başka bir yan etkisi yok..
Bahar geldi, İzmir'im güler yüzünü benden hiç esirgemedi..
Bugüne yakışansa "Mutluluktur."
Hadi gülümseyelim hep birlikte.. 
Mutlu bir cuma olsun yarın son iş günüm ve muhtemelen de kışa vedam olacak.. Ve sanıyorum ki saat uygulamamız önümüzdeki hafta yürülüğe girecek ve ben 6 koca bir yaz ayında cumartesileri özgür olacağım.. :)
Beni keyiflenediren en güzel şeyde bu şuan... :)


Ben, Sen, Biz.. Herşey...



Bu gece bir terar yaptım kendime doğru...
Yazdım ya hani uzunca bir "hakkımda" yazısı.. Orada dedim ki bu blog ben.. Hemde gerçekten yani reel hayatta olandan çok daha ben..
Tekrar gördüm.. Tekrar yaşadım o anki satırlarla buluşturduğum duygularımı.. İçime koca bir yumru oturdu, gölzerime bir damla yerleşti...
İnanırmısınız bilmem fakat o an yazarken dinlediğim şarkıları bile hatırladım..
Listemden yine onları açtım... Yine okurken onları dinledim.. Uzun uzun böyle.. Defalarca, sıkılmadan yılmadan...
Biraz şaşkın biraz buruktum işte bu gece.. İnsan gerçekten "unuttum demek için yaşıyormuş" bunu anladım..
Komik.. 
Bir kaç saat önce gördüğüm bir karikatürdeki gibi.. Kadın adama sana herşeyi unutturacağım diyor, adamın masasında hafıza ve zeka plaketleri ile dolu...
Hepimiz öyle değilmiyiz ki.. Yeri geldiğinde unuturuz elbet ama unutmama konusunda da madalyalarımız vardır her daim...
Gelde unut...
Gelde sil..
Gelde bitir..
Aslında yazacak çok şey var.. Yazmak için beni iteleyen ama bi yandan da okumaya devam etmem gerektiğini söyleyen duygularım var..
Bu gece duygularım ağır bassın.. Buna izin vermem gerek ara sıra..
Fark ettim.. 
Ara sıraları çok sıralar olmuşum hayatımdaki raflara.. Hep ulaşabileceğim yerdeler.. Umut ve güvende öyle...
Gün ve diğer günler arasında olan tek farkımsa "HİÇ"liğim..
2013 benim senem ol sen bunu canı gönülden dilemişim ben..
Mutlu çok çok mutlu bir uykunuz olsun...
Kendi filminizin baş kahramanı olma vakti size .. Bana ise; nostalji...

25 Mart 2013 Pazartesi

Ben Nam-ı Diğer "Tubi"

İnsan kendini hangi cümleler ile anlatabilir..
Hani üye olduğumuz bir çok sitede vardır ya bu "hakkınızda" diye bir bölüm.. Benim o bölümü dolduracak cümlelerimin olmadığını fark ettim..
Oturup düşünüyorum bir kaç gündür..
Kimim ben ?
Hakkımda dediğinde aklıma okul eğitimi, işim yaşım gözüm saçım mı gelmeli..
İdaelleri midir yoksa bu hakkımdaki anlatılmak istenenler...
Ben en güzel "hakkımda" kısmının bu blog olduğunu düşünüyorum...
Ne yediğim ne giydiğim, neleri sevdiğim kimi neden ilgilendirip merak ettirsin onuda anlamış değilim..
Etikete ihtiyacı varmıdır bir insanın...
Bu "hakkımda" kısmı bir etiket olarak ilgi geçmelidir sanıyorum ki..
Belkide vardır aselen bir okur olarak düşündüğümde yazarların otobiyografisinden çok kitapları üzerindeki kısa bilgilerini okurum.. İtiraf ediyorum çoğu kitabın önsöz kısmınıda okumam.. Bu bana sanki kitabı okumaktan vazgeçirecekmiş hissine kapılmamı sağlar.. Sıkıntılı bir durum bu... :)
Kendi hakkımda yazımda şöyle olsun mu; kimse sıkılmasın mesela.. Bu bendeki içgüdüsel eğilim gibi onlarda amma uzun ve sıkıcı demesin...


"Fotoğraf onun için bir tutku bir aştır.. En büyük aşk.. Yerle göklere sığdıramaz..
Yazmak ise istemsiz.. İçi gibi dolu dolu yazar.. Sitem eder.. Sevinir.. An ve an'lar peşindedir.. Fotoğraf çekmeyi sevmeside bunun gibi birşeydir..
Sinirlidir fakat perdelerini indirirse kedi gibidir.. Sevgili Recek İvedik abimizin de dediği gibi.. :) 
Belkide ondan çok sever Kedileri ne dersiniz mümkün mü ? Her yerde bulur sevecek bir kedi... Bıraksalar  bir yığın kediyi eve toplayabilir..
Çok ağlar yine ağlar hatta hep ağlar ve çok güler.. Kahkaha atmaktan korkmaz, çekinmez, lafını esirgemez.. 
Herkes gibidir.. Etten ve kemiktendir.. İnsandır.. Hastalanır, hatta 365 günün 360 günü hep hastadır...
Kıskançtır.. İnsan kendi beslediği kuşunu bile kıskanabiliyor ise abisinden o derece hastalıktır içinde bu kıskançlık..  Dostları saymayalım en iyisi.. :) Bir farkı vardır bu hastalığın onda; bunu hep içinde yaşamasıdır.. Onu, sizi kıskanması için zorlamayın o zaten bunu yapmaktadır.. Her koşulda inkar dahi etse.. :)
Hep isyankar, hep başı dik, özgür ve toz kondurmadığı gururu ile hep barışıktır... En önemlisi ise kendiyle barışıktır.. Çok sever kendini tam da kendini beğenmiş ukalanın tekidir...
Evet ! Bir megolomanda olabilir.. :)
Geçmişte değil, hala hayatında olan 'Manevi' bir dostununda dediği gibi;  hayatta her saniyesinde 'Dört mevsim gibidir' ... 
Ve hala yağmurlu havaları sevememiştir buna ramak kalmış olsa bile... :)
Kendisine göre tabiri yerinde ise tam bir 'odun' yazdıklarına bakarsak ise 'mellankolik bir romatik'tir.. Siz bu ikinci haline kanmayınız çünkü dile gelmesi için sadece yazması gerekir.. Çok canımlı cicimli pohpohlamaz ama ona yapılmasıda dozunda ise ruhuna işler.. :) Herkeste olduğu gibi...
Aptallığa tahammülü yoktur.. 
Yalanı sevmez... Küfür etmez..
İnsan seçer.. 
Kavun mu bu demeyin ! O isterse hayatını verir birine, istemezse küçük bir merhabayı bile çok görür o kişiye..
Koyu bir İZMİR'lidir.. İZMİR'li doğdu, orada doymakta.. Ve İZMİR'li olarakta ölecek.. Bu açık ve net..
Hayatının baş kahramanı ise 'Annesi' ... Bir o var bir makinesi..
Ee şimdi sıkılmadan okudysanız ki bu 'Hakkımda' kısmını ve yorumunuz bir küçük dudak kıvrımı verdiyse yüzünüzde ve zihninizde 'deli kesin ! ' demediyseniz yeniden düşünün.. 
Çünkü o bu dünyada kendini onca akıllı sanan bir çok kişi içerisinde bulunan sadece bir DELİ.. :) "

Şey, pardon !
Yazımın başında dediğim cümleyi yuttum galiba.. Ne de çok şey yazmışım.. Daha yazacaktım fakat kendimden sıkıldım.. :)
Buda benim "HAKKIMDA"  bölümüm..
Memnun oldum ben nam-ı diğer "tubi" .. Biraz uzun fakat denemenizi tavsiye eder sizleride yazmaya davet ederim...
Gönülden mutlu bir gece dilerim nede olsa günü tamamına erdirdik diymi ya :)

23 Mart 2013 Cumartesi

Ara Sıra'lara İthafen !


Eskilerde kalmış herşey nasılda nüksedebiliyor tek bir fotoğraf karesiyle bile.. Üstelik yepyeni bir 'an' karesi iken..
Tercihlerim ve vazgeçtiklerim..
Hiç bir zaman bilemeyeceğim işte onları.. 
Bıraktım çünkü onları, sonu ne olur bana ne getirir nasıl yaşarım o zamanları o vazgeçtiklerimi.. Onlara hiç şans tanımadım ki...

Pişmanlık mı bu ? 
Hepsini yaşamış olmayı dilemek bencillik mi ?

Hayatım bir küp şekermiş gibi bu an'larda.. 
Küçücük bir çay bardağı içinde ufacık beyaz bir küp.. 
Dört köşeli içine kapanık, sımsıkı böyle.. 
Sağlam.. 
Avucumda güçlükle kırabildiğim hatta kıramadığım bir taş parçası gibi... 

Tek bir farkla... 

Onu, bir sıvı beni ise; hayatın içine bırakmışlar çözülebilelim diye...
İşte! Çayın içine atıp yavaşça eriyip gitmesini izlercesine bakıyorum hayatıma...
Ne de kolay geliyor o şekeri izlerken.. 
Hızla eriyor.. Geçmiş zamana baktığımda da aynı öyle gibi..
Hızla akıp gitmiş ve bitmiş...

Ne hissettiğimi yada ne olduğunu aslında bilmiyorum.. 
Bilmekte istemiyorum zaten fakat, garipsiyorum işte ara sıra... 
Şu ara sıralar olmasa hangi aralarda yorabilirim böyle şeylere kafamı onu ise hiç bilmiyorum...

En iyisi birine sımsıkı sarılmak... (  Mesela Anneme ♥  )
Unutmayın; her şeyin başı sarılmak !
 t.a.

19 Mart 2013 Salı

Bir Tutam Kalmışlık

Günleri düşünüyorum..
Kendimi ve günlerce yaşadıklarımı..
Yaşayamayıp kendimi yiyip bitirdiklerimi..
Bitirmiş olduklarımı ve bitmeyen herşeyi..
Düşlerimde bile kuramadığım her hayali nasılda kesip attıklarını..
Düşünüyorum..
İçimi cız ettireni..
Bir zamanlar var olup şimdilerde olmayanı...
Elimin bomboş kalmış olmasını...
Zamanla herşey iyileşir, hafifler geçmeyen izidir...
Düşündüren geride kalan sadece biraz toz topraktır..
Yağmur sonrası etrafa yayılan toprak kokusu gibidir..
Nemli ve mutsuzdur alabildiğine...
Küçüktür anlık mutlulukları.. Gelir ve geçer o rügarla.. 
Alıp götürür onu derin bir uyku eşliğinde.. 
Huzurlu, huzursuz bir serzeniş gibi..
Ah! Ne kolaymış meğerse!
Herşeyi başka bir bahara açılmak üzere rafa yerleştirmek..
Zalimsin zaman.. Hayattan daha çok sen zalimsin..
Kaçtığım herşeyi alıp götürdün benden..
Oysaki ben hep olsunlar istedim.. Hep içimde kalsınlar..
Bitiyor mu gerçekten ?
Çoktan gittin mi ?
...

18 Mart 2013 Pazartesi

Bir kızım olsun benim =)

Bazen, evliliğe sıcak bakmayan 'ben gibi' biri bile şunu diyebiliyor: "Evlensem ya ben.. Bir kızım olsa sağlıkla kucağıma alsam, adını da İdil koysam.." diyebiliyormuş cidden..
Bu garip bir istek bana göre... Herkese göre normal.. 
Hem evlenmek isteme hemde minik bir 'İdil kızın' olsun isteyebilmek.. 
Durup dururken yakın dostumla (Gamze) birbirimize dile getirirz ara sıra "çocuğumuz olsun bizim yaa..."  
Onu genelde tastikler, "kızım olsun adı da İdil olsun " derim... 
Oda; "ne biçim isim o güzel değil.." der her seferinde.. Bense çok severim bu ismi... 
İdil'in anlamı bir çok.. Kimi yerlerde; yaşanmamış, saf, gerçek aşk anlamına gelir.. Kimi yerlerde bir şiir aşkı.. Bazı yerlerde cennetin kapısı olarak okumuştum.. 

(Sanki daha öncede böyle bir şey ya burada ya başka bir yerde yazmıştım.. Anımsayamadım..)


""İdil almanca, fransızca ve ingilizce gibi pek çok çeşitli batı dilinde ve bir takım bazı dünya dillerinde yer alan, çok anlamlı bir kelimedir... kimi dillerde sessiz sakin, ama her an eyleme hazır bir eylem insanı, hatta milis anlamına gelirken, bazı başka dillerde güzel kokulu, insanın unutamadığı anlamına gelmektedir... urdu dilinde teke olmakla birlikte anlamı, bu tamamı ile bir tesadüften ibarettir... slav dillerinde bir elf gibi yavaş çekim hareket eden, estetik demek iken rusçada idil sakar, hatta iki sol ayağı olan demektir... dilimizde bilinen anlamları arasında şiir gibi zevkle okunan, akıldan çıkmayan ile özlemini duyana cennetin kapılarını aralayan melek anlamlarını taşır..."" (alıntı)

Nerden çıktı da yazıyorum.. Ne bileyim içimde kalacağına yazayım dedim.. 
Genel müdürümün minik bir kızı oldu..  "Ada kız" pek tombiş pek sevimli.. O körükledi sanıyorum kii... =)
Henüz kendisi ile tanışamadım.. Daha 2 gündür bizlerle birlikte aynı havayı ciğerlerine çekmekte çünkü...
Fakat telefonuma gelen ilk fotoğraflarından biri ulaştı... Ona bakınca içim cız etti.. 
'Ahh !' Dedim.. 
Bir kız bebek.. Herşeyi ile masum dokunulmamış düşleri, çıkarsız arzuları olan minicik bir kalp.. 
İnsan hayatta bir şekilde iz bırakabilmeyi arzular hep.. Ben bu yaşıma kadar sadece kendi hayatımda izler bıraktım.. Belki benim 'İdil kızım' ardında iz bırabilsin diye ardında onun izi olurum.. Kimbilir..

Fotoğrafını eklemeyi ne çok istesemde kıyamıyorum.. Nazara inanırım çünkü.. Ya nazarım değerse? 
Değmesin.. 
Rabbim onu her kötülükten uzak tutabildiği kadar tutsun.. Mutlaka üzülecek, ağlayacak fakat gülüşleri ağlamalarından fazlaca olsun.. En güzellerinden hemde...

Hani genel bir laf vardır ya sağlıkla olsun kız erkek farketmez.. Elbette etmez.. Ancak beni maruz görün ben "İdil kızım" olsun çok istiyorum.. Erkek olursa ismi ne olur diye hiç düşünmedim mesela... Hep bir kızım olsun... Minik bir kızçem olsun.. İdil kız olsun...Öyle istiyorum.. Ne yapayım buda benim bencilliğim olsun...

Küçük bir not:
Hurafelere inanmam... Ancak paylaşmadan edemeyeceğim.. Bir kolye, bir adet yüzük ile bana kaç çocuğum ve ne olacaklarını gösteren minik bir test yaptılar.. Hayatımda bilmem böyle şeyleri... İnanmam da fakat herkes gibi yapmadan da duramam... =)
Nasıl yaptıklarına gelince; yüzüğü kolyenin içine taktı ve elimi yuvarlak yaparak bir bardak gibi tuttum.. Kolyenin ucuna takılı yüzüğü 3 kez o bardağın içine sokup çıkarttılar.. 3. tur sonunda elimi dik konumdan yatık konuma getirdim.. Yüzüğüelimin üstünde hareket etmeden dik bir şekilde tuttu.. Ve yüzük düz bir şekilde bir ileri bir geri hareket etti.. Bu ilk çocuğumun erkek olacağını gösterdiğini söyledi arkadaşım.. İkinci kez yaptığında ise yüzük durdu.. Yani tek bir çocuk ve bir oğlum olacak.. Sarma ve kısır gecesindeki tüm kızlara aynısı yapıldı.. Kendimde yaptım bir kaç arkadaşa.. Enteresan olan elim titremiyor ve yüzük ya düz yada dairesel hareket ediyor.. Yada duruyor.. ( Bu arada dairesel olursa kız demekmiş.. )  
Ne demişler fala inanma falsız kalma.. =) 
Yoksa benim tek bir çocuğa itirazım yok.. Ama kızım olsun... :) 

Herkesin gönlüne düşenin, hayatına düşmesi dileklerimle huzurulu günler...

14 Mart 2013 Perşembe

Susmak gerek ara sıra..

Soluk almak insana zor gelirmi ara sıra..
Suyun altında ne kadar istesekse alamadığımız o sıkıntı dolu dakikalar gibi.. Ki ben nefesini hiç tutmayı beceremeyen biri olarak..
Kafam içerde yüzümem mesela.. O üç kol bir nefes mevzusu.. Ölümcül derecede benim için..
Kati suretle dakikalarca bu şekilde yüzmem mümkün değil.. Fakat suyun altını severim.. Sessiz kendine has bir huzuru vardır.. Çelişkili.. Hayatım böyle çelişkilerle dolu...
İşte bir o kadar sevmek bir o kadar sevememek gibi bir duygu...
Sıkıntılı... Vahim bir durum...
Şimdi gibi.. Tek fark soluk alışım yakıyor..
Alamıyorum..
Tıkanıyorum..
Günlerdir hissizken, kendimi işime vermişken..
İnsan kendine eziyet çektirmek için her zaman birşeyler bulabiliyormuş.. Bunu başarmakta üzerime kimseyi tanımıyorum..
En baş nedenini biliyorum ama kendime bile itiraf etmekten korkuyorum..
Nasıl biri oldum ben böyle..
Hayatta neden varım hala onu bile bulabilmiş değilken ne bekliyorsa herşeyden ve herkesten...
En mühimi kendimden...
Yine karamsar bir güne merhaba demiş bulunmaktayım..
Tek umut verici şey ise; GÜNEŞ ..
Masama vuran ışığı ile sarsar gibi .. 

"Silkelen, uyan bin yıllık uykundan kara bulutlarından kurtul.. !  Çalan şarkıya eşlik et.. Derin derin solu onu... Dök bütün tozlanmış satır aralarındaki karalanmışlıklardan.. Paslanmış, kırık dökük, susamış, hapsedilmiş düşsüz bırakılmış umutlarını sev yücelt" der gibi... Gibi...

Mutlu günler...

11 Mart 2013 Pazartesi

Mahşer-i Cümbüş'lü Pazar :) "Mutlu günler"




Mahşer-i Cümbüş...
Bu ekibi Türkiye'de bilmeyen yoktur sanırım..
Kendileri bir çok kez İzmir'e geldiler ancak hiç fırsat bulupta sahnede izleme keyfine erişememiştim.. Ta ki düne kadar..
Bildiğiniz gibi gurup doğaçlama tiyatro yapmaktadırlar.. Tiyatro sporu ve beyin fırtınası..
Cidden uzaktan göründüğü kadar kolay olmadığı aşikar.. Hem güldürmek hemde izleyiciyi kendine bağlamak zor şey olsa gerek..
Ancak bunu bu ekip ciddi anlamda başarıyor.. Nasip kısmet olursa eğer bir gün onları kendi sahnelerinde Hayalsahnesi'nde de izleme şerefinede erişirim.. Bakalım..
Birazcık Tiyarto sporunun ne olduğuna baktığınız vakit bilindiği üzere kesinlikle doğaçlama tiyatrodan doğmasıdır.. Öyle tiyatroda karartılmış bir sahnede sessiz sedasız izlemiyorsunuz.. Sizde onlara katılarak oyunun seyrini etkileyebilirsiniz.. Birazcık alıntı yaparak;

"Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir Kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyici oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir "oyun" un oluşturulmasını sağlar.
Tiyatro Sporu gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır."

                                                    (Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi)

Belkide en güzeli şu farklılık arka arkaya 3 gösteriye dahi girsem herhalde sıkılmam.. :) Birbirinden bağımsız bambaşka gösteriler... Ve bol kahkaha.. Bolcana zeka... İyi tiyatrocular... Daha ne olsun.. :)
Bu gösteri türünde (tiyatro türünde) Mahşer-i Cümbüş ( http://www.tiyatrosporu.com )Türkiye'de öncülerindendir..
Ve kesinlikle şiddet ve büyük bir hiddetle tavsiye edilir.. Ve tavsiyem de şudur ki , uzaktan izlemeyin sizde eşlik edip katkıda bulunun ortaya harika şeyler çıkabilmekte.. Belkide sahnede sizde onlara eşlik edebilirsiniz.. Ben denedim sizede tavsiyelerimle iletiyorum.. Harika bir duygu... :)
Mutlu sabahlar... İyi bir hafta dilerim herkesleree .. :)

9 Mart 2013 Cumartesi

Başlık yok !


Bir kaç cümle yazasım var fakat yazmakta istemiyorum...
En iyisi bir şarkı paylaşıp günü selamlamak...
Mutlu günler...






8 Mart 2013 Cuma

Çok; Doğru Tek Değişmeyen Değişimin Kendisi...

Ne çabuk değişiyor her şey..
Geçmişi düşünürken buluyorum ara sıra kendimi..
Özlediğim öyle çok şey varmış ki şaşıyorum buna...
Alışkanlıklarım.. Sevdiklerim ve sevmediklerim, hepsini bıraktığımdan beri öyle duruyorlarmış yerlerinde..
Bir daha yapamayacağım şeyler onlar.. 
Son zamanlarda fazla düşünür oldum nedense.. Kendimi koca bir yalnızlık dolabına kitlemiş gibi hissediyorum..
Herşey bu kadar çabuk değişirmi.? 
Değişebilirmiş..
Ne demişti Yunan Filozofu...." Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir..."  (Herakleitos)
Çok; Doğru Tek Değişmeyen Değişimin Kendisi...
Güvenmememk gerek hiç birşeye herşey birer yansıma sadece o kadar...

8 MART EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ'MÜZ KUTLU OLSUN..



"8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisi getirildi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi."

Tüm kadınların günü kutlu olsun.. Hayatının her anında her yerinde emeklerini sarfeden tüm kadınlar...

6 Mart 2013 Çarşamba

Mutlu , Sevecen bir gün olsun.. Lütfen ol olur mu.. =)

İnsanları anlamak üzerine düşündüğüm vakit hani "bariz, net" dendiği anlarda bile tereddüte düşüyorum..
Anlayamıyorum.. Belli olan birşey apaçık ortada iken bile.. 
Kullanıldığım hissine kapılıyorum.. Sonra saçmalıdığımı düşünüp savıyorum.. Acaba diyorum.? Ve tekrar aynı duyguları başa sarıp duruyorum.. 
Kullanıldığım kesin.. Güven duygum ve güvenmemek arasındaki gelgitlerim işte onlarda kesin ve net..
Ee peki, derdim nedir benim..!
Bu kadar kesinken neden hala üzerine gidiyorum ki...
Hata yapmayı seviyorum sanırım.. Ve en büyük problemim; "GÜVENİYORUM" 
Güvenmiyorum desem bile üstelik...
Her gün aynı şeyi kendime empoze etsem dahi vazgeçmeyeceğim aşikar..
O zaman canımın yanmasına daha az üzülmem gerek.. Bu da net bir sonuç işte..
Aldığım kararlardan dönmek gibi bir adet edindim son zamanlarda..
Buna neden olansa, "Umut" .. Küçücük bir vakitte, bir anlık içime dolan o "Umut" ..
Bazı şeylerde bunuda silmeliyim.. Pişman olmamak için, üzülmemek için.. Kırılmış kalbimi dahada dağıtmamak için..
Ah! Bide bunu anlatabilsem.. Nerde...
Mutlu , Sevecen bir gün olsun.. Ne kadar kaçmak istesemde "Umutla" dolu olsun.. Ama buna değsin, üzmesin gerçekten umud ettikleriniz içinizdeki hislerle birebir eş olsun..
Gününüz apaydınlık olsun, bir çocuk saflığında...



5 Mart 2013 Salı

Mevlana demiş ki...

Mevlana demiş ki...

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Ne Zaman Vazgeçtik MASAL Anlatmaktan?



Daha uyanmamalıydık masallardan. 
Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? 
Ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? 
Ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? 
Ne zaman yoruldu Aladdin lambasını ovmaktan? 
İyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? 
Daha uyanmamalıydık... Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde. 
Bir şey oldu, bir yerlerde. 
Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.
Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha. 
Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi. 
Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası. 
Nasıl özlüyoruz geçmişi... 
Neden özler ki insan? 
Hele birde mutsuz bir çocuksanız... 
Çocuktuk çünkü. İnanıyorduk. 
Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık. 
Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.
 İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk. 
Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak... 
İclal Aydın 

4 Mart 2013 Pazartesi

Küller..

Küller..
Savurulan küller.. Uçuşan fakat geride leke bırakan küller..
Arınmak zor.. Savurmadan bir arada turmakta zor..
Aslen savurmak mı gerekir.. Uçuşturup kendi ziftinden kurtulmak olarak adlandırılır mı.. 
Bilmek ile bilememek arası bir çizgi bu.
Nereye gittiğinizi bilmemek gibi..
Kendinizi odanıza kapatıp saatlerce bir romandan medet ummak gibi.. 
Onu bitirip, üzerindeki yükü atmak istercesine bir diğerine sarılmak gibi.. 
Umarsızca cümlelerin zihne kazınmasıyla, kendi çizgini silebilmek gibi..
Bitirmek ve bitirebilmek arası bir yer burası..
Aynadaki yansımada her seferinde görüneneden çok daha farklı görmek gibi..
Her sabah onu giyinip her akşam tekrar çıkarabilmek kadar kolaymış gibi..
Hayat hep gibi.. 
Aşk gibi..
Dost gibi..
Düşman gibi..
Ayrılık gibi..
Nefret ve hüsran karışımı bir küskünlük gibi..
Gururlu..
Kibirli..
Başı dik ama ezilmeye hep meyilli gibi..
Güler fakat hep ağlamış gibi..
Haşmetli, hatırşinas bir beyefendi gibi..
Beyazca, akça pakça bir hanımefendi gibi..
Gibi....Gibi....Gibi....
Sonuçta şu ki; 
Ne avuçta kalsa tüm küller bitecek kara lekesi, nede uçsa küller tümden geçecek ellerindeki izi...

Mutlu sabahlar :)

Mutlu sabahlar :)  by t u b i
Mutlu sabahlar :) , a photo by t u b i on Flickr.

2 Mart 2013 Cumartesi

Aynı hissetmek .

Aynı hissetmek diye bir şey var..
Farklı karakterlerde olup, ayrı şeyler yaşayıp ama aynı duyguları taşımak diye bişey var.. 
İnsanın öz kadeşi ile bile yapamadığı bu duygu çok garip..
Duygularımın dilini çözebilmek için çabalarım, yapamadığım yerde okurum..
Birilerinin duygularına tercüman olabilmek ayrı bir mezihet sanırım..
Hele ki öz değil ama seçtiğim kardeşim ile aynı duyguları paylaşabilmek..
Kendime anlatırcasına ona anlatmak duygularının dilini.. Ee bi nevi benim duygularımın da dili..
Bu güzel birşey.. Kesinlikle.. :)

Bir hayal gördüm dün gece..




Bir hayal gördüm dün gece..
Uçsuz bucaksız bir sahil, sen ve ben ile..
Hayal bu ya işte, uzun uzun yürüdük seninle, elele.. 
Uzun uzun sustuk sadece..
Gün hiç batmadı tekrar doğmak üzere..
Silmedi hiç elimdeki izi, gözlerinin içindeki beni..
Hayal gördüm dün gece..
Sımsıkı sarıldın ya hani bana, hayal işte..
Kokun sardı her yanımı..
Sen sarıverdi her yanı..
Hayal gördüm dün gece.. Sadece bir hayal..
Ilık esen rüzgarda savrulan saçlarımı, 
Gözlerini, kokusunu içine çekişi gördüm.. 
Özür dileyişini fısıldadın yine, inceden.. 
Gözlerinle sarılırcasına, kırılgan bir şekilde.. 
"Özür dilerim"
Hayal bu ya işte..
Bitmek yokmuş, gitmek yokmuş ya hani o sahilde,
Unutmak varmış, 
Sevmek varmış, 
Sen varmış ya, 
Biz varmışız ya hep olduğu gibi..
Hep orada duran o salıncak gibi..
Bir hayal işte..
Ruhuma dokunduğundan beri yaşadığım bir düş..
Belli belirsiz bir an..
Geride kalan bir kaç söz, bakış.. 
Kısacık bir an..
Kokun.. Unutmaya yüz tutan kokun..
Yoldan geçen herkes sen...
Herkes aynı kokar mı hiç?
Kokarmış meğerse insanın yaşadığı düşte..
Beklememek gibi bir şey işte bunları hissetmek...
Bir hayal gördüm dün gece...
Düşümün hayali... Hayal işte...
Aldırma sen, bilme..
Sen kimbilir hangi hayalin düşündesin.. 
"Öyle misin?" "Öylesin.."
Gitmek zor.. "Kalmak" daha zor.. 
Vedasız, sessizlikte sonsuzluk gibi kalmak daha da zor..
Bir hayal gördüm dün..
Vedasız vedanı, sessizliği gördüm.. Hayal işte..
Düşümün hayali..
Düşümün hayalini yaşayayım diye belkide.. 
Kalbimi unutmayayım diye..
Belki de .. 
Susayım artık diye.. 
Hayal kurmayayım diye...  
Belkide, öyle işte..
Bir hayal kayıp gitti, bitti işte...

Aşkın ortak dili !!


"Eğer, hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün... Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın."


(Kürşat Başar)


1 Mart 2013 Cuma

Güzeldi.. Çok çok güzeldi..



Güzeldi.. 
Cok güzeldi yüzüne vuran yansımadaki herseyi .. 
Güzeldi düşüme düştüğü andaki halleri .. 
Gun batımı ile gelen sevgili halleri ..
t.a.

Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !