19 Aralık 2014 Cuma

Öhü Öhüüü .

Kış başladı..
İşyerimin taşınmış bulunduğu Ulucak semtinede öyle bir sert gelmiş durumda ki hasta olmamak elde değil diymiii yaa.. :)
Geçen sene hayatımda ilk kez hasta olmadan geçirdim.. Bu sene ise açılısı bi kaç gün önce yaptım..
Üstelik işkolik bir insan olan ben rapor aldum.. Durum vahim.. :)

Doktor soğuk algınlığı dedi ölmücekmişim.. Oh içim ferahladı bee :P fekat öksürmek ve ses tonumdaki ciddi değişim beni ben olmaktan çıkarıp başka biri yaptı..
Ortalama 1 sene olacak neredeyse doktor yolları aşındırmadığım.. Kendimi ihmal ediyorum senide ihmal ettim ey blogum.. 

Kızma bana tüm vaktimi gereksiz şeylerle doldurup dışardan soyutlayarak yaşıyorum.. Evimdeki netimden de olduğum için kısa bir süredir bu sebepten ötürüde uzaklardaydım..
Hoş dün emektar bilgisayarımda küçük bir süpriz yaptı, çalışmıyor.. Olacak iş mi be arkadaş dedim ağız tadıyla şöyle güzel bi film izlesem ne olurdu sanki.. Reva mı bu yazık bana :)

Tamircilerinde paraya ihtiyacı var nede olsa arada şart bakım ne yapalım kısmet işte..

Masamdan şahane manzaralar alıyorum her gün zihnime.. Aylardır elime almadığım makineme inat edercesine hemde.. 

Sırt çantamı takıp nereye gitsem diyorum.. Uzun bir liste çıkıyor ama adım atamıyorum.. Keyfim yok kahyamda kayıp.. İzinede yollamadım onları nereye kaybolup gittiler bilmiyorum..
Etrafımdaki herkes gibi onlarda gitti.. Sepil sepil dökülmek demek böyle bir şeymiş kardeşim..
En komiği şuan bu kelimleri yazarken imleçte kayboldup gitti.. Nerdesin imleç sende mi, sende mi bıraktın beni..
Hayatıma getiremediğim şu yeniliklerim bir türlü hayata geçemiyor.. Geçemedikleri için hayat çok sıkıcı geliyor.. Sinirlerim hiç olmadığı kadar tepemde dolanıyorlar.. Çenemi tutamıyorum son zamanlarda..
Çenem düşük dedim ama gururum sağolsun bazı şeyleri konuşmama izin verse kırılmış kalpleri azda olsa onarıcam ama nerdeee sevgili kardeşim nerdee o çenesi düşüklük pat diye gidiveriyo o vakitlerde..

Buraya ziyaretçilerimde azalmış zaten.. Ne twiter ne facebook nede instagramı faal kullanabiliyorum.. Herkesi öyle çok ihmal edip kapandım ki kendime acımaya başladım.. Yani ben olsam bana acırdım zaten...

Öyle sevgili kardeşim.. Bu aralar havalar hep böyle işte.. Azıcık öksürük, biraz sigara dumanı bi miktar gurur var.. Buralar çok sakin..
Senin buralarda öyle galiba.. İşler mi kesat ne.. Yaşlandık mı yoksa ikimizde..
Evet yaşlandıkça huysuz biri olmaya başladım... Rabbim sen sonumu iyi et yeter.. Amin efenim... :)

Ee o vakit, Salıcakla kalın... 

Not: Fotoğrafta eklim alışkanlık oldu iyice.. Aa birde imlecim bana geri döndüü hadi gidenler sizde dönün eşeklik ettim :) Arkada Sezen Aksu gelsin hoş bi tını :) Şarkıyıda siz seçin hadi bakalım...


9 Aralık 2014 Salı

Tamamen Duygusal Monşer.. :)

  "   Aşk, doyurmasada cebi kalbi doldurur sevgi..  "    

^_^

Arkadaşıma yazdın bu cümleyi bugün..
Hoşuma gitti..
Yarış atı gibi çalışıp durmaktan cebi düşünür olmuşum hep.. Güldüm kendime.. :)
Parasızda yaşanmıyor ki vesselam..
Hele birde aşksızsanız eyvah eyvah diyorum..
Aşksız da çamura belenmiş beyaz bi tşörtle kala kalmışsınız demek gibi bişi oluyor.. :)
Ne yaparsın herşey işte hep ondan geliyor neydi o hmmm..
Tamamen duygusal be monşer, tamamen duygusal.. :)









4 Aralık 2014 Perşembe

Mizacım Gereği Azizim..

Hayat öyle tuhaf ki bazen kendimden bile korkar oluyorum.. 'Kalabalıkları savar'ım var sanki..
Bir bir savuruyorum etrafımdaki herkesi.. Yalnızlığa boğuldum..
Yalnızlıklarım olmaksızın yapamaz oldum misal son zamanlarda.. 
Elime aldığım kitaplar, tüketemediğim kelimlerim zihinimde.. 
Atıp duran kalbim dışında ses yok etrafta.. 
Gupgup gupgup gupgup..
Her yer çok sessiz..
Zaman durmuş gibi geliyor ara sıra sonra bu ayın Aralık olduğu düşüyor zihnime.. 
"Ee nihayetinden ömür bitiyor diymi yaa sen mi bitmyeceksin"  diyor içerden bi ses..
Fısltılarda kesildi artık.. 
Eskiler hala bavulda yerleşemediler bir türlü.. Ayıklayabilmekse ne mümkün azizim..
Hayatta neyi eleyebilmişiz ki onu eleyerek geçip gidelim..
Ana yadigarı bu huylar, kıyamayız biz öyle eski olsalarda.. "Ya bir gün olurda lazım olur" der dilimiz.. Elimiz gitmez atmaya.. Katlar yerleştiririz bir yerlere.. Her katta bırakırız o izi..
Hayat tuhaf, yalnızlıksa tam bir muamma..
Yalnızlığa alışan birine kalabalıklar nefesini keser.. Kapalı kutusunun içinden tüm kötülüklerden arınmıştır açtığı anda herşey maholacaktır çünkü.. Kalabalıklar ondan kötüdür, sevmez..
Mizacı olur o vakitler içerisinde.. 
Gülerken bile tektir o kalabalığın içinde, ağlarken hep tek olduğu gibi..
Yalnızlık benim mizacım.. 
Elimde dumanı tüten bir sigara.. 
Yarıya düşmüş bir şişe şarap..
İçimi yakan zehir zemberek bir acı..
YALNIZLIK BENİM MİCAZIM BE AZİZİM, SADECE MİZACIM...







29 Kasım 2014 Cumartesi

Bir Kendim Birde ben...


Sana korkular bıraktım bir de yeni başlangıçlar..
Bir kendim, bir ben gidiyorum...



27 Kasım 2014 Perşembe

Gençleri suçlamak kolay..

"Sağda-solda duyuyoruz: Gençleri kitap okumamakla, hayatı sosyal medyadan ibaret sanmakla, dizi dünyasında yaşamakla, içerikten çok şekle ve gaza önem vermekle, dar kafalılıkla, selfie narsisizmiyle ve bencillikle suçlayanlar var.
Bu suçlamalara iki nedenle katılmıyorum. Birincisi, gençleri suçlamak yaşlılık belirtisidir, bu da hiç işime gelmez.
İkincisi, böyle olmayan pek çok genç var. Hatta aslında günümüz dünyasında onların hâlâ varolması bence daha acayip.
Sosyal ve klasik medya insanı korkuyla doldurup ruh sağlığını bozmak için birbiriyle yarışan görüntüler, sesler ve cümlelerle dolu. Nefret söylemi her mahallede paçalardan akıyor. Gelecek belirsiz, şiddet porrnografik düzeyde, maneviyat yok olmuş. Artık tek önemli şey hız ve para.
Ve böyle bir dünyada hâlâ pek çok genç kitap okuyor, okuduğunu anlıyor, diziler dışındaki sanatla ilgileniyor, ağaçlara sahip çıkıyor, içeriğe önem veriyor, empati yapıyor ve başkalarının mutluluğuyla mutlu oluyor… Şu acayipliğe bakar mısınız?
Şahsen her gün şaşırıyor ve şükrediyorum. Herkese de tavsiye ederim. İnanın, insana gençleri suçlamaktan çok daha iyi geliyor!"

Tuna Kiremitçi / Afili Filintalar

Ne güzel demiş Tuna Kiremitçi diymi....




Sahi Sen Hangi Inci İdin?





Uzun süre yalnız olmamaya alışmış bir kalbe şu kısacık zamandaki yalnızlıkları dilini lal ediyormuş bir süre.. Konuşmuyor, düşünmüyor, anlatmıyor, sevmiyor, istemiyor, anlamamazlığa vuruyor, yaşamıyormuş esasen..
Yaşayamıyormuş..
Yazıpta siliyormuş.. Gönderemiyor yapamıyor olmuyomuş..

Çaresizlik ömürlük, imkansızlık sonsuzlukmuş hayatında..
Gelip giden herkes kadar suçlu , gidemediği hayatlar kadar talihsiz.. 
Zamana yenikmiş.. Esiri, gölgesiymiş.. 
Canı yandıkça savuruyormuş her parçasını etrafa .. 
Duvarlar tek dostu, banklar en büyük kalabalığı ..
Ulaşamadığı umutları, elleyemediği rüyaları en uzak ufuklar ardına kilitlemiş.. 
Yüzünden süzülen iki damla göz yaşı kadar yakın, zilyonlar kadar uzaklardaymış kalp..
Bulamamış .. Bulamamışlar ..
Yalnızlığında lanetlenmiş..
Kırılmış .. Dökük, kirli ellerin olmuş.. 
Toplayamamış kimse..
Sonra... Görmemişler, ezilmiş yitik zaman içinde .. 
Kaybolmuş ..
Pislenmiş, bulut  çökmüş gökyüzünde tanıyamamış kimse.. 
Kibirinden görmez olmuş etrafını, duymaz, bilmez, alabildiğine kalpsiz..
Sahi, yalnız mıydın her zaman .. Çok mu zordu  kalabalıklarda parıldayan bir inci olmak ..? 
Sönük hayatında defolu yaşamak daha mı kolaydı. Hep sönükmüydün? 
Sahi kimdi seni inci olduğuna inandıran? 
Sahi kimdi ?





12 Kasım 2014 Çarşamba

- _ -





Yani seni son gördüğümde son görüşüm olduğunu bilseydim; yüzünü, yürüyüşünü ezberlerdim.  
Seni son öptüğümde son olduğunu bilseydim, asla durmazdım.

Friends

29 Ekim 2014 Çarşamba

Cumhuriyetimiz Kutlu Olsun..





Cumhuriyet, bu topkalarda kazanılmış en büyük zaferin sonucudur; BAĞIMSIZLIK...
Teşekkürler...
Kıymetini bilebilmek adına..
Cumhuriyet Bayramı'mızın 91. yılı kutlu olsun... 
Nice senelere TÜRKİYE..




25 Ekim 2014 Cumartesi

Ah bilsen bir bilsen…








İki göz yeter görmeyi bilsen, gönül seslenir bir duyabilsen. 
Elim uzanır dokunabilsen, sevsen, dönsen...  Ah bilsen bir bilsen…






Yanlızlığın cinsiyeti yoktur.


Merhaba sevgili dostum, eşim, sırrım, sırdaşım..
Havalar soğuk içim kadar sıkıcı ve kasvetli.. Ama güneş eksik değil.. Tam ısıtmıyor ama eksik yanlarımızı biraz olsun kapatıyor işte..
İhmallikler peşindeyim şu sıralar.. Kişisel sıkıntılar çekiyorum sonra unutıyor ama tekrar başa sarıyor.. Zor yani ruh halim.. Kış gelmeden benim ruhumda yeşerdi bile..
Neyse..
Bir arkadaşımdan mail aldım bugün.. Demiş ki "bu yazıya da ZAMAN'da bir yer ayırırmısın" diye.. Elbette dedim..
Bir dipnotla birlikte eklemek istiyorum.. 
"Yanlızlığın cinsiyeti yoktur.."
Sevgiler...


___



Bu kalabalıklar içindeki yalnızlık...
Kadın erkek hepimizin yalnızlıkla baş başa kaldığı zamanlar vardır. Ama kadın daha çok paylaşır yalnızlığını. Konuşarak dağıtır, kaçar ve unutur. Erkek öyle değildir. Ruhunu göstermeyi sevmez pek, içine atar. Bazen içki masalarında döner muhabbet, ayık kafayla itiraf edilemeyen şeyler dökülür dudaklardan… sonra…. Yine baş başa kalır kendiyle… ağlayamaz öyle ulu orta çünkü ağlamayı yediremez kendine… zayıf kalamaz…

Bir adamın yalnızlığı ailesinden kopmaya başladığı zamanlardan kalmadır. Daha çabuk bireyselleşir, uzaklaşır ve kendine kaçar. Rolu gereğidir, daha dik durmak hayata karşı. Erkek sevdiklerini, eşini, çocuklarını kanatlarının arasına alıp yaşama karşı olumsuzlukları ilk göğüsleyendir. Duygularını kolayca açığa vurmamayı öğütler toplum ona, sessizce köşelere kaçar gözleri dolduğunda. Aslında her erkek bir kadının sevgisine muhtaçtır. İlk önce anne üstlenir bu rolü, sonraları sevgili ve eş alır yerini. Sevgisiz kaldığında yalnızlaşır, hoyratlaşır, acı çektiği için acımasızlaşır çevresine.

Hayatında bir sorunla karşılaştığında tek başına çözmek ister. Paylaşmaktan kaçınır. En çok o anlarda barışır yalnızlığıyla. Sonra şikayet eder onu bu kadar yalın bırakanlara. İronik bir sitemdir bu. Hem kaçmak ister hem de birinin koluna uzanıp tutmasını.
Yalnızlığın ağırlığı o kadar çok çöker ki üzerine, kimi tek gecelik ilişkilerde yenmeye çalışır, kimi mutsuz olmasına karşın sürdürdüğü uzun soluklu ilişkilerde.

Çağan Irmak, beyazperdede ‘Issız Adam’ filmiyle dokunuyor bir adamın yalnızlığına. Film olumsuz eleştiri aldığı kadar büyük bir beğeniyle karşılaşıyor. Duygusal bir film ve beklenenin aksine filmi defalarca izleyenlerin birçoğu erkekler oluyor. Kendilerinden çok şey buluyorlar filmde, anlamlandıramadıkları durumlarına bir isim buluyorlar, ortada ıssız adamlar türüyor. O kadar güzel anlatıyor ki film gizlenen yönlerini. Son zamanlarda kadınları konu alan filmlerin dışında, erkekleri anlatan filmler revaçta. Tabular yıkılmaya, gizlenen tarafları deşifre edilmeye başlıyor. ‘Babam ve Oğlum’ filmi de buna güzel bir örnek.

Erkek yalnızlıktan kaçmaya çalıştıkça değişen dünya onu kaçmaya çalıştığı bu olguya daha şiddetli bir biçimde itiyor. Evliliklerin azalması, aile kurumunun bozulması, artan şiddet ve iş kolikliğin artışı… Hepsi sevgisiz, sevgi arayan ve bulamayan kişilerin ,gittikçe artan yalnızlığın sebep olduğu yıkımlar.

Sosyallik, buna bir çözüm değil belki ama en güzel kaçış yolu. Gittikçe derinleşen boşluğu başka şeylerle doldurma çabası, oyalanma biçimi. Sosyal olmak sadece yalnızlıktan bir kaçış ama çözüm değil. Çözümü o gizemli iki kelimede saklı ‘daha çok sevgi’ de ve  paylaşımda!

15 Ekim 2014 Çarşamba

10 Ekim 2014 Cuma

İNANÇ





İnancınızı yitirdiğinizde hayat da bir anlamsız geliyor insana..
Daha düz yaşıyorsunuz..
Biraz neşe bolca karamsarlık ekleniyor dakikalarınıza..
Elleriniz daha inandırıcı geliyor mesela bu durumda..
Geniş kemik yapısı, büyük eller, uzun parmaklar, kısa kesilmiş kırmızıya boyanmış uzun  tırnaklar ve ince bir bilek..
Her hareketinde her boğumunda ve kıvrımında içinde bulunan kemiklerin hareketi..
Patlayacak gibi duran yeşil mavi arası renkteki damarlar..
İnsana yaşıyor hissi veriyor..
Daha gerçekçi olanından, inanarak hissettiğinizden..
Sadece yaşamak..
Algılarımızdaki yaşam bu değil aslında..
Gülmek, ağlamak, sevmek, sevilmek..
Sarılmak, öpebilmek..
Hayatın fotografikliğine kapılmak..
Bir koku bir ten..
Kum, deniz, çakıl taşları, alabildiğine yakıcı güneş..
Yağmur damlaları, rüzgarın uğultusu..
Yaşamın demidir..
Kana canı katandır..
Teninizi aşıp dokularınıza ulaşır..
İnancınızı yitirmek herşeyi yitirmek..



2 Ekim 2014 Perşembe

29 Eylül 2014 Pazartesi

Pazartesi çıkmazına hoşgeldiniz...



Aslını yaşatabilmek uğruna kendimizi kaybetmişliğimiz de var..
Sizce kaybetmek kazanmakmıdır?
Pazartesi çıkmazına hoşgeldiniz...


17 Eylül 2014 Çarşamba

4 Eylül 2014 Perşembe

Ballı-Naneli-Limonlu

 Tansiyonun düşer, o ballı-naneli-limonlu şekerden atarsın ağzına..
Sonra canın sıkılır, "ağzımın tadı kaçtı" dersin bir tane daha şeker alırsın..
Sıkıntın geçmeyince bir sigara yakmak istersin, bıraktığını hatırlar falan işte bir şeker daha atarsın ağzına..
İçin ferahlamayınca bir bardak su alırsın bir şekeri daha ağzının içinde gevelemeye başlarsın..
Aynaya bakıp içler acısı bir "ben" görerek sigarasız hayata bir şeker daha atarsın ağzına..
Saatler geçmez diye bir tane daha..
Çalan şarkı şerefine bir daha..
Gerçekten ağzının tadı değişmiştir öğlen yediğin yüzüne bir şeker daha açarsın bunun üzerine..
Aklına geçmiş gelir ne mutlu olduğun ne çok sevildiğini anarsın yine efkar basınca atarsın bir şeker daha..
Aşk dersin acı ama şeker tatlı hadi aç bir tane daha..
Boğazın sızlamaya başlar nefesin yetmez oturduğun yerde ferahlamak umuduyla sarılırsın yine ballı-naneli-limonlu şekere..
Bak gene sigara esti burnuna ver bir şeker daha..
Kilona takılırsın şekersiz içersin çayı kahveyi ama açarsın bir ufak şeker daha.. 
Canın sıkkındır ya ağzındadır yine şeker sonra ortası boşalır minnacık şekerin, dudağın ucunda bitiştirir hava verip alırsın kendince.. Olmaz tekrar denemek için atarsın ağzına yeni bir şeker daha..
Unutukların, unutulduğun zamanlar şerefine hadi hatırlamak güzeldir diyip bir şeker daha..
Akşam olur ev yoluna çıkarsın yol kısalsın diye bi şeker atarsın cebine.. Sonra ağzına..
Arkadaşlarla sohbette buluşur "dilim damağım kurudu su kesmez, bardaktaki de" diyip şekere sarılır bu sefer çiğneyerek yersin..
Film izlersin evinde, mısır tuzlu şeker naneli limonlu.. Güzel bir uyumdur damağında alırsın şekerlikten bir şeker daha..
Artık gün bitmiştir... Uyumak için uzandığında yatağa. aklına gelir şeker.. Koca bir hayat yalnızlığında tek dosta dönüştürdüğün bir şeker vardır artık hayatının tüm dakikalarında.. 
Hayatının ballı-naneli-limonlu kadar bile tatlı olamamasına üzülür, içerlenirsin ve komidinin üzerinden bir şeker daha atarsın ağzına belki rüyaların şeker tadında olma umuduyla...



3 Eylül 2014 Çarşamba

Biraz ses.. Biraz toprak kokusu.. Bir parça mutluluk yanında mutsuzluk olsun, hüzünde hediyesi..



Yıllardır yazmıyor gibiymişim gibi hissettim bugün..
İzmirin içi sıkıntılı.. Hüzünlü biraz..
Güneşte kırgın.. Bulutların ardında gizleniyor sanki göremezmişiz gibi onu..
Belkide bol güneşli günlerimizi geri bırakıp melankolik bi hava oluşunca anımsadığımdandır..
Sabah servisle işe gelirken uyumak yerine gökyüzünü seyrettim..
Kah bir kadın figürü çıktı kah bir hayvan.. Film sahnelerinden hatırladığım kareler yerleşti gözümün önüne.. 
Bir şairin resmettiği bir şiir gibiydi.. 
Baktıkça bakmak geliyordu içimden.. Belki elimi uzatsam benide çekip yanlarına alacaklardı..
Evden adımımı atar atmaz gökyüzünün bugünkü oyunlarına dahil olmam gerektiğini ve bu satırları kesinlikle yazmam gerektiğini hatırlattım kendime..
Zaman öyle hızlı akıyor ki Eylül ayına vardığımızı bile anca bugün anlayabildim.
( Ondan sonra kaç sonbahar gelmişti? )
Doğru, yağmuru sevmiyorum.. Hatta böyle havaları da.. Lakin bu havalar insana yaşadığını hissetirebildiğini düşünüyorum..
Toprak kokusu gibi..
Bir yandan çalan Joy Türk'ün eskileri yad edercesine çaldığı en hoş tınıları..
İçine işletiyor kendini gün.. Sanki herşey sizi o güne çekmek için aynı senkronda hareket ediyor..
Yazın neşesini unutup o hüzünlü havada koybolmak istiyorum  böyle anlarda..
Yağmur yağmasın.. Hafif bir rüzgar essin.. Güneş saklanıp kendini ara sıra göstersin.. Müzik eşliğinde toprak kokusu gelsin mesela..
Bulutlarla elele dans edebilelim..
Bugün böyle olsun.. Yarın güneş açsın..
Kalbe giren hüzün sızsın ki tüm kalbi sarmasın..
Derin derin işlemeden ruha kıyısında dolanmalı..
Evet, evet bugünde böyle olmalı...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Kaç Saniye Sen..!

Gözlerimi yumduğumda o ana gidiyorum sanki.. 
Çekiliyorum ona doğru..
Çok gerçekçi bir silüet tüm zamanlardan kopup gelmiş gibi..
Gülerken ağlayabilmek kadar doğal..
Kalbimin yerinden çıkmak için deli gibi attığı, kulaklarımdaki sessiz uğultuya büründüğü bir yerde mıhlanıp kaldım..
Masalın baş kahramanı sahneye gelip herkesi büyüledi..
Dudaklarımda birleştiğinde gökyüzüydüm sanki.. 
Bulut bendim.. 
Kıskanan güneş yine ben..
Düz bir yayla, sessizce kıyaya vuran dalgalardım.. Toprak kokuyordum..
Hırçın rüzgar kadar huzurdum aslında..
Yayılan yasemin kokusundaydım..
Doğanın tüm renkleri arasında deli gibi kanat çırpan bir kuştum..
Ruhum özgür, kalbim tutsaktı...
Tüm mevsimler o saniyelerdeydi.. 
Baharın ilki ve son demi.. Kavurucu güneşin aksine dimdik durmanı sağlayan karın ahengi...
Şarkıyı fısıldıyorlar..  

"So she ran away in her sleep.. And dreamed of para- para- paradise..
Para- para- paradise..Para- para- paradise... Every time she closed her eyes.."


Küçücük bir çerçeve kadar bir şeydi hepsi.. 
Görünen resmin aslında silikleşmiş bir fotoğraf karesinden ibrat olması.. Hiç varolmamış gibi işte...
Gözlerimi açtığımdaherşey aslında kalabalık bir cadde, buharlaşmış bir camdan ibaretti..
Koşturan insanlar her zaman ki çılgınca yeştişemedikleri hayatlarına zamanla yarışırcasına telaşlılar yine.
Aslında var ya işte; işte hepsi buydu...
Topu topu bir kaç saniyelik SENLİK... 




14 Ağustos 2014 Perşembe

Kısa Devre.

Hayatı bazen çok mu ciddiye alıyorum .... Ne dersin blog?


Yoksa sorun bende değil mi ?


İnsanların bazen sorduğu o garip sorular gibi oldu;  
"Geldin mi?" 
"Hayır gelmedim daha.Yanıtıda telepati yoluyla veriyorum."
 
Ciddi birşey söylersiniz. Mesela bir yakınınızı kaybettiniz yada herhangi bir ölüm haberi verdiniz;
"Sahiden mi?" yada "Ciddimisin"

"Yok şakacıtan. Huy işte, kafama göre ölüm haberleri yayarım."


Yok yok fazla ciddi bunlar...

12 Ağustos 2014 Salı

Başlayamamak İşte Bütün Mesele Bu.

Başlamak ve bitirmek istediğimiz bi sürü şey var hayatımızda.. 
Kafasından geçenleri anlatmakta başarsızlıkta birinciyim.. Bu nasıl bir giriştir Yazıya başlayacağım ama ortamala 10 dk dır hangi cümle ile başlamam gerektiğini bulamadım.. Hayatın bi çok dalında sonunculuk derecesi bile alamıyorum. Buda onlardan biri işte: BAŞLAYAMAMAK..

Bu  27 yaş sendorumuna benzer bi sendrom yaşamak istiyorum.. Tüm anlatmak istediğim buydu aslında ama dolambaçla nasıl bağlasam diye kıvranıyorum.. :)

Neden istiyoruma gelelim...  Hani belki "ölebilirim" fikriyatına kapılırsam kendime şöyle en uzunundan "ölmeden önce mutlaka yapmam gerekenler" listesi yaparım diyorum..( Sendroma çok bel bağladım bildiğiniz gibi değil... ^^ )
Hani hep sonra diye ertelediğim o tonla şeylerin üzerinden 6 sene geçti.. Daha kaç 6 sene daha geçiricem kimbilir..

Böyle olunca iş aklıma Jack Nicholson ve Morgan Freeman'ın oynadığı 'Şimdi Yada Asla' filmi geldi.. İkisininde hayatı bambaşka ama ortak noktaları var.. Öleceklerinin farkındalar ve yapamadıkları bir sürü şey var..

Ya yaparlar yada yapamadan ölürler.. Neyimi? Tabikide o uzun listeyi...

Bazı filmler insana lekesini bulaştırır.. Bu film gibi işte...

"Hani bekleme ölmeyi de gidip al o listedeki herşeyi.. Biraz cesur ol birazda inançlı.. İnan kendine.. Sen başarabilir ve yapabilirsin herşeye rağmen.. Çok geç kalmadan yap..! "

Bu tip telkinler nedense doğum günü arifelerimde gelmeyi pek bi sever oldular.. Sanırım 27 yaşa denk gelmesi de nasıl desem tesadüf mü? Yani korkulacak bir yaş vesselam..  (Hem her sene de hemde 27 yaşa bağla.. İyice cızıttımmm.. )

 
Ufak bi derleme yapmışlar... Ürkütücü değil mi sizcede?
 
Biliyorum her zamanki gibi gene abartıyorum lakin Dünya nüfusunun 7milyar olduğunu düşünürsek 27 yaşında vefat edebilecek insan rakamının içine müdahil olabilme olasılığımın 7 milyarda 1 e eşitlesem sıra bana gelene kadar sıyarabilirim sanırım.. Peki ya sıyıramazsam? 
Berbat ötesi olan ve hiçbir zaman işimde ne işe yarayacağını kavrayamadığım ama sonralarında ateşkes yaptığımız istatistik dersinden çok zor geçmiş olduğumuda anlamış bulunmaktasınız.. Heeeey zamane geçmişim o vakitler olaydı bu olasılık sorusunu çözmek için uğraşırdım.. Ciddennn .. :) :D  
 
(İnanmadık :D )
 
Yani istatistik kötü olunca 27 yaş es geçmeyebilir.. Bende bu kör talih varken üstelik.. Biri şans küpemi almış belki bulursam şansım artar.. :P :)
 
Neyse sonuç itibariyle başarısızlığın entemel sonucu olarak ertelemeye ve cesaete bağlıyorum.. Biraz cesaretim olsa belki çok daha başka, bambaşka olur..
Düşünme çok düşünme... Ommmmmmm......!!! 

 
 

7 Ağustos 2014 Perşembe

Ne Demiştik: Nefes Almak Gerek.. Beklememek Gidip Almak Gerek.

Çok değil bundan 10 sene önceki herhangi bir reklamı bir müzik sayesinde içinde geçen metaları hatırlayabilmek bazen kendim için çok fazla diyorum..
Fil hafızalı biri olmadım hiçbir zaman..
Sanırım tek yaptığım görsel açıdan zihnime kazıyabilmek.. Sınavlara çalışırkende notlarımın kenarlarına, kitaptaki önemli bulduğum paragrafların yanlarına yada herhangi bi yerine bişiler çizerdim..

Çiçek böcek bi figür yada bi çizgi film kahramanı, abuk sabuk karalamalar yapardım..
Ve çalıştığım her ne ise zihnime o çizdiklerimle yerleştirir sınavda aklıma gelmelerini öyle sağlardım..
Esasen ezber sorunu olan biri değilimdir fakat bilgi çabuk unutulan birşey belkide bundan korktuğum içindir bu kullandığım yöntem..
Başlarda ne yaptığımı bilmeden yapardım.. Sonraları fark ettiğimse görselliğin zihindeki algısı daha kolay ve kalıcı olduğuydu..

Tabi dersleri düşündüğünüzde tekrar yapmakta şart..
Görsellik denince aklıma yoldan geçen birini tanımam ve tanıdığım anda kişinin adını hatırlayamamak geliyor..

Yüzleri asla unutmam.. Üzerinden kaç sene geçmiş bile olsa.. İsimler her daim siliktir..
Şimdilerde bilgi dağarcığımı düşündüğümde kendimi kötü hissediyorum.. Bu hissin akabinde görselliklere bağladığım bir çok şey yok olmuş gibiler.. Belkide bildiğim ve hani derler ya tırnakla kazıyıp edindiğin herşeyi bi anda bırakmak gibi bir durum yaşıyorum son günlerde..
İçimde, zihnimde boşluk var..

Özel hayatım için bile yormaz oldum artık onu.. Rüzgar bile yok..
Bazen kendimi kelimeleri karıştırarak söylerken buluyorum.. Bu komik bir durum oluşturuyor fakat beni çok rahatsız etmeye başladı..
Düzgün bir Türkçem şahane bir diksiyonum olduğu söylenemez ama en azından dikkat ederek hareket ederdim.. Şimdiler de "lübülüuııyuuyy" gibi şeyler çıkmaya başladı..
En basiti 'bordro' diyememeye başladım 'bordo' diye anlaşılan bir ses çıkınca tavan tepeme düşüyor gibi oluyor..

Hayatımda bi çok değişiklik oldu.. Ama hala aynı monotonluklarım ve eskilerimle takılıyorum..
Sanırım dur demek şart bu gidişe.. 
Kabuk kırmakta hiç görüldüğü kadar basit değilmiş..
Birincisi en önemli malzeme "PARA" ! 
Aklımda yapmayı planladığım bi ton şey için hemde.. Doyumsuz bi şekilde onlara adım atıp yapabilmeyi arzuluyorum son zamanlarda..

İlk adımlar her daim zordur.. Ama hayat kurtarırlar, farklılaştırırlar..
Uzun uzun bir gün yazmak istiyorum düşlerimi.. Gerçek olmaları için çok geç belki ama hayali bile hoş..
Benim gibi basit biri için çok fazlalar.. Ve benim gibi yerinde durmaktan hoşlanmayan, gerçekçi olan biri içinde çok can sıkıcı yapamamış bir adım atamamış olmak..
Sormayın bu aralar hallerimi..
Deli rüzgarda, başı boş ama saplantılı bir ateşim..



25 Temmuz 2014 Cuma

O Vakit, İyi Uykular..

Önce arzularını yitirdi, sonra onları gerçekleştirebileceği cesaretini..
Önündeki uzun yolu beklerken söndürdü tüm ışıkları birer birer..
Karanlıkta gizlenmek her zaman daha kolaydı, daha güvenli..
Bir zamanlar kırabildiği o zincirlerini yerleştirdi tekrar yerlerine.. Kilit vurdu ürkekce..
Umudunu yitirdi karanlıkta bir yerlerde..
Sonra neşesini..
Yok yere gülmelerini, güçlü kahkahalarını..
Kalbini duymaz oldu, zihnine teslim etti kendini..
Hatıralarını bıraktı bir bankta..
Denize savurdu omuzlarındakilerini..
Kelimelerin rüzgara karışıp gitmesini seyretti bi süre.. Gözden kaybolunca sırtını dönüp yürüdü kalabalık boş caddeye doğru..
Baktığı bir zamanlar gördüğü değilken, artık sadece baktığıydı... Gördüğü sadece düz bir duvar.. 
Duygularını da yitirmişti..
İnancı?
... İnandığı herşey yerle bir olmuştu..
Sonra; hayallerinide yitirdi.. Hayelleri olmayan insan yaşayamaz.. Yaşamamalı..
Yaşamını yitirmiş bir ölüye dönmüştü...
Son arzusu hiç sorulmadı..
Kimse veda konuşması yapmadı, gözleri taşarcasına dolmadı..
Anı defterinde sadece adı yazdı..
Mezar taşınada "hiç yaşamadı" diye not düşüldü..
Silik bir sayfa olarak kaldı..




22 Temmuz 2014 Salı

Seboreik Falan Yaşayıp Gidiyorum .. :)

Ramazanın son günleri..
Bu sene yaz tatili yapamadığıma göre bayram bunun için ufak bir kaçamak olanağı sağlayacak tabi şu üzerimdeki bitkinlik ve yılmışlık hissini bu süre zarfında üzerimden atabilirsem..
Son zamanlarımı malesef böyle geçiriyorum..
Fazla mutsuz fazla yılmış..
Yapmak istediğim çok şey var fakat vakit tamam ama nakitte sıkıntı var.. Allahım sen benim banka hesabıma zeval verme.. Hazıra dağ dayanmıyor..
Üstüne birde nişan teleşı çıktı gerçi pek elimi sürmüyorum çünkü sesimi çıkardığım an abimle kapışıyoruz..
Nişanlanan hayır, hayır ben değilim tabiki de sevgili abimmm :)
Evlensede kurtulsam.. Gerçi evde varlığı yokluğu belli değildir sanırım buna benden çok annem içerleniyor.. Yani ha evlenip gitmiş ha evlenmemiş benim için ikisi de aynı annem içinse çok daha dramatik bir durum  neyse..
Konumuz seboreik...
İlk yazımı mart ayında diğerini mayısta yazmışım...
Ay oldu temmuz..
Değişen bişi varmı derseniz şöyle bir anektot eklemem gerek yaz olduğu için düzenli kullanmıyorum dışarıda olduğum için çoğu zaman geç saatlerde uygulamayı yapmaya üşüniyorum..
Ama genede arayı 2-3 günden fazla açmadım...
Gerçi sonuç gene değişmiyor.. Kulanmadığım zamanlar biraz daha fazla kaşınma oluyor ve kızarıklıklar artıyor..
Kullandığımda ise bunlar azalıyor..
Üstelik deniz suyunun ve akabindeki güneşte pek faydalı olmadı o açıdan da pek ümitliydim fakat malesef ümitler gen eçıkmaza bağlandı...
Gerçi eklemem de fayda var.. Yaz ayından dolayı mı yoksa ilaçtan mıdır bilmem ama belirli bölgelerimdeki şikayetlerden kurtuldum şuan tek alanda vergitmeye niyetim yok dercesine zorluyorlar beni..
Doktor kontrolü için çoktan geciktim onuda biliyorum en yakın zamanda uğramam şart..
Kafama takmıyorum artık onla  yaşamayı öğrenmem gerek bu net.. 
Hiç düzelmeyecek ama inatla kullanmaya devam edip o rezil kokuyu çekiyorum...
Boşa dememişler umut fakirin ekmeği belki, işte, olur yani bir gün... Diymiiii yaaa...
Gününüz aydınlık olsun efenim.. Sizde benim gibi işinin başında ekranın karşısında uyuklamay devam edin...
Sabahlar nede uykulu.... :)

11 Temmuz 2014 Cuma

Twitter Ağası :)

Geçen gün internet haberlerinde gezerken gözüme bir haber takıldı.. 

"Twitterın kralı benim!" diye bir başlık atılmış..
Merak ettim ufak bir göz gezdirdim 17-18 yaşlarında bir genç.. 
Türkiye ve Dünya gündemlerine trend topic olarak yerleşmiş zamanında.. Kendi ismi ile.. 
"Takip edeni takip ederim" çılgınlığını da kendi başlattığını dile getiren üniversite öğrencisi olan bu genç dakikalar için gündem yaratabiliyormuş.. (Çok lazımmıydı sankiii)

Hesabını inceledim ve sırf meraktan takibe aldım.. 
Aldığım an itibari ile takipçilerim olmaya başladı.. Kaç kişi geldi hesaplayamadım çünkü kendi takipçi sayım kaçtı inanın onu bile bilmiyorum..
Kendi halinde isyan sesini Twiter da abuk sabuk yazarak dile getiren ben gibi biri için çok mühim bir sayı değil bu..

Neden yazma gereği duyduğumsa şu; şimdi bu arkadaş bir yazı yazıyor "RT yapan kazanır" şeklinde.. Ve bir yığın insan kalkıp retweetliyor...
İtiaf edeyim bir an için "laaa ne kazanıcam acabaaa" diye aptal bir tepki oluyor insanın kafasının içinde "Salak ne kazanabilirsin ki hakkatten ya malmısın" diye geçiyor ardından ve kendimden iğreniyorum böyle anlarda..

Attığı diğer normal sayılabilecek  olan twitler içinse, çokta zekice ve mizah duygusu ile yazılmadığını diyebilirim.. Ki son dönemlerde Twiter sadece mizahi bir eğlenceyken baktığında onca takipçisi olan birinin sağlam br mizaha sahip olduğunu düşündürüyor..

Twiter da öyle  fenomenler varki adam senin kafanın içinde dönüp dolaştırdığın bir şeyi öyle bir dile getirmişki "benim neden aklıma gelmiyo böyle şeyler hay ben... Çok iyi ama yaaa" diyerek çocukluğunuzda düştüğünüz bir anda mizah duygunuzuda orada düşürdüğünüzü dile getirip kendinize, bi nevi telklin ederek devam ediyoruz... Ben bu "kazan" olayını henüz RT ederek denemedim fakat ne kazanmayı umduklarını tahmin etmek zor değil..

Tabi asıl kazanan o kadar takipçiyi bu yöntemle elde etmiş olan o hesap sahibi..
Reklam teklifleri aldığını dile getirmiş zaten.. Seçiciyim demiş ama belli ki hesabından epey ciddi paralar kazanıyordur.. (İşsizlik abiii zor bunlar, zor.. Ama adam kazanıyo işte aah ahh. :) )

Yani sonuç itibari ile bazıları bu yönde beynini çalıştırırken bazılarıda "abiiiiii on milyon takipçim oldu" demek için bunu yapıyor..
Ne yaparsınız hayat böyle böbürlenip, hava atmaya bayılıyoruz.. Kanımızda var..
Böyle düşünenler üzerinden de prim yapıp cukkayı doldurabilenlerde asıl günün bonusu olarak en başa yerleşiyorlar...
Ve kesinlikle HELAL OLSUN...

Bir düşünün Ankara'nın Belediye Başkanı olan Melih Gökçek'te doğal mizahıyla, fazla aceleci olması üstüne de hep açık olan caps lock tuşunun ve  gerek başkalarının da  katkısıyla tüm Türkiye'yi geçtim Dünya'ya ün saldı.. Yaptığı gaflarla adından söz ettirmeyi becerebiliyor işte...

Darısı bunu başaramayanların başına... :)

İlginç not: Google en büyük arama motorlarından biridir ve google amcaya twiter agası diye yazarak görsellere tıkladığınızda çıkan kişinin bizim twiter ağamız olduğunu göreceksiniz... Ve kraliyet sistemi bizde olmadığını da varsayarak; bizim kralımız yok ama ağamız tek.. :)

Upss birde adı duyulmamış bir kral olurmu hiç :) Hiç yaniiiiiii :)

Mutlu günler.... 


Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !