6 Mart 2013 Çarşamba

Mutlu , Sevecen bir gün olsun.. Lütfen ol olur mu.. =)

İnsanları anlamak üzerine düşündüğüm vakit hani "bariz, net" dendiği anlarda bile tereddüte düşüyorum..
Anlayamıyorum.. Belli olan birşey apaçık ortada iken bile.. 
Kullanıldığım hissine kapılıyorum.. Sonra saçmalıdığımı düşünüp savıyorum.. Acaba diyorum.? Ve tekrar aynı duyguları başa sarıp duruyorum.. 
Kullanıldığım kesin.. Güven duygum ve güvenmemek arasındaki gelgitlerim işte onlarda kesin ve net..
Ee peki, derdim nedir benim..!
Bu kadar kesinken neden hala üzerine gidiyorum ki...
Hata yapmayı seviyorum sanırım.. Ve en büyük problemim; "GÜVENİYORUM" 
Güvenmiyorum desem bile üstelik...
Her gün aynı şeyi kendime empoze etsem dahi vazgeçmeyeceğim aşikar..
O zaman canımın yanmasına daha az üzülmem gerek.. Bu da net bir sonuç işte..
Aldığım kararlardan dönmek gibi bir adet edindim son zamanlarda..
Buna neden olansa, "Umut" .. Küçücük bir vakitte, bir anlık içime dolan o "Umut" ..
Bazı şeylerde bunuda silmeliyim.. Pişman olmamak için, üzülmemek için.. Kırılmış kalbimi dahada dağıtmamak için..
Ah! Bide bunu anlatabilsem.. Nerde...
Mutlu , Sevecen bir gün olsun.. Ne kadar kaçmak istesemde "Umutla" dolu olsun.. Ama buna değsin, üzmesin gerçekten umud ettikleriniz içinizdeki hislerle birebir eş olsun..
Gününüz apaydınlık olsun, bir çocuk saflığında...



5 Mart 2013 Salı

Mevlana demiş ki...

Mevlana demiş ki...

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Ne Zaman Vazgeçtik MASAL Anlatmaktan?



Daha uyanmamalıydık masallardan. 
Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? 
Ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? 
Ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? 
Ne zaman yoruldu Aladdin lambasını ovmaktan? 
İyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? 
Daha uyanmamalıydık... Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde. 
Bir şey oldu, bir yerlerde. 
Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.
Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha. 
Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi. 
Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası. 
Nasıl özlüyoruz geçmişi... 
Neden özler ki insan? 
Hele birde mutsuz bir çocuksanız... 
Çocuktuk çünkü. İnanıyorduk. 
Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık. 
Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.
 İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk. 
Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak... 
İclal Aydın 

4 Mart 2013 Pazartesi

Küller..

Küller..
Savurulan küller.. Uçuşan fakat geride leke bırakan küller..
Arınmak zor.. Savurmadan bir arada turmakta zor..
Aslen savurmak mı gerekir.. Uçuşturup kendi ziftinden kurtulmak olarak adlandırılır mı.. 
Bilmek ile bilememek arası bir çizgi bu.
Nereye gittiğinizi bilmemek gibi..
Kendinizi odanıza kapatıp saatlerce bir romandan medet ummak gibi.. 
Onu bitirip, üzerindeki yükü atmak istercesine bir diğerine sarılmak gibi.. 
Umarsızca cümlelerin zihne kazınmasıyla, kendi çizgini silebilmek gibi..
Bitirmek ve bitirebilmek arası bir yer burası..
Aynadaki yansımada her seferinde görüneneden çok daha farklı görmek gibi..
Her sabah onu giyinip her akşam tekrar çıkarabilmek kadar kolaymış gibi..
Hayat hep gibi.. 
Aşk gibi..
Dost gibi..
Düşman gibi..
Ayrılık gibi..
Nefret ve hüsran karışımı bir küskünlük gibi..
Gururlu..
Kibirli..
Başı dik ama ezilmeye hep meyilli gibi..
Güler fakat hep ağlamış gibi..
Haşmetli, hatırşinas bir beyefendi gibi..
Beyazca, akça pakça bir hanımefendi gibi..
Gibi....Gibi....Gibi....
Sonuçta şu ki; 
Ne avuçta kalsa tüm küller bitecek kara lekesi, nede uçsa küller tümden geçecek ellerindeki izi...

Mutlu sabahlar :)

Mutlu sabahlar :)  by t u b i
Mutlu sabahlar :) , a photo by t u b i on Flickr.

2 Mart 2013 Cumartesi

Aynı hissetmek .

Aynı hissetmek diye bir şey var..
Farklı karakterlerde olup, ayrı şeyler yaşayıp ama aynı duyguları taşımak diye bişey var.. 
İnsanın öz kadeşi ile bile yapamadığı bu duygu çok garip..
Duygularımın dilini çözebilmek için çabalarım, yapamadığım yerde okurum..
Birilerinin duygularına tercüman olabilmek ayrı bir mezihet sanırım..
Hele ki öz değil ama seçtiğim kardeşim ile aynı duyguları paylaşabilmek..
Kendime anlatırcasına ona anlatmak duygularının dilini.. Ee bi nevi benim duygularımın da dili..
Bu güzel birşey.. Kesinlikle.. :)

Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !