28 Aralık 2013 Cumartesi

Korkuyu Beklerken

Düşlemeyi bıraktım.
Bağırmayı da.
Ağlamayı da bıraktım.
Sigarayı bırakamadım.
Okumayı bıraktım.
Düşünmeyi bırakamadım.
Uyumayı unuttum, yıkanmayı, kedilerimi sevmeyi, yemek yemeyi de..
Zaten mutfak leş gibi, izmaritlerle dolu tabaklar, saçlarımı kazıttım..
Kimseyle konuşacak birşeyim kalmadı..
Bekliyorum… 

Oğuz Atay-Korkuyu Beklerken

24 Aralık 2013 Salı

Evvel Zaman içinde Kalan Kalbur Saman içine Sıkışan Bir Mutluluk Varmış..



Evvel Zaman içinde Kalan Kalbur Saman içine Sıkışan Bir Mutluluk Varmış..


Çok mu ayıp hala mutluluk istemek?
Neyse..
Zaten hiç halim yok.






18 Aralık 2013 Çarşamba

Özlemek Suç, Sarılmak Müebbet Olmalı..

Özlemek suç kabul edilmeli demiştim diymi vakti zamanında..
Birine sarılıp onun kokusuna karışmakta suç olmalı bunu dedim mi peki hiç?
Sarılmalı ama sımsıkı, birgün gidecekmiş gibi birgün ölecekmişim gibi, bir gün hiç olmamışız gibi... 
Sımsıkı..
İşte bu yüzden özlemek suç olmalı... 
En büyük suç...

Filmler Bile Hazır Değil Aslında O'Ana..

Zamanı iyi değerlendiremediğimizden aslında tüm mutsuzluklarımız..
Saçıp döküyorum etrafa sonra elimde koca bir boşluk kalıyor.. 
İyide herşeye rağman mutlu olmak mümkün olsaydı zamansızlıkların içinde kaybolmazmıydı yine..
Hiç Poliyannacı olamadım.. Çocukluğumdan beride hiç sevmediğim bir çizgi kahramandır..
Neden bilmem ama ayrı bir antipatik gelir bana.. 
Herşeye pozitif bakan biri gerçek olamaz ondan çizgi kahraman zaten...
Hayal ürünü bile olsa çok sıcak bakamıyorum işte..
Madalyonun hep ikinci yüzü çevrili olmalı... 
Hayallerle, düşlerle yürümüyor işte hiçbirşey...
Küçük bir tesadüf, o anki bir şans anı sadece filmlerde...
Öyle değil mi...
Saç kestirme zamanı gelmiş bellii... 


12 Aralık 2013 Perşembe

Y a y ı n .. =)

Günlerdir bi keyifle yazı yazamadım.. Bir türlü yazdırmadılar yığınlarca taslak oluştu gene..
Ondan bu kısa olsun dedim..
Aralık ayının ilk yazısı...
Günaydınlar olsun... 
İşte bu kadarcıktı...
Sağlıcakla... =)

25 Kasım 2013 Pazartesi

Herşey Yağmurdan...

Hani bir deyim var ya; "Kuş misali" diye...
Hepimiz öyleyiz bugün burada yarın başka bir yerde ... 
Ben bunu sadece bir yerden bir yere gitmek ile eşleştirmiyorum.. Her şeyin bir diğer anlamı vardır ya heh işte tam orasından tutuyorum..
Dönüp baktığında o yandan hala bi yere gidememişim onu görüyorum..
Bazı kapıları aralamışım kimilerini hiç zorlamamışım bile..
Ne istiyorsun diye sorduklarında klasik bir cevabım vardır benim "Bilmiyorum" ..
İnsan ne istediğini bilmez mi hiç..  Helede benim gibi 27 yaşına ip atmışken..
Tam da 26 senedir nefes alıyorum ve bir günden bir güne ne istediğimi yada nereye gitmem gerektiğini bilmedim..
İdealist biri olmadığımdan değil aslında cesaretim olmadığından buda aşikar fakat bazen durduramadığım keşkelerim olmaya başladı...
Halbuki bi zamanlar nede azlardı... Bir bir çoğalıyorlar.. 
Tek tek boşluklar ve çatlaklar oluşmaya başladı..
En kötüsüde kanıyorlar.. Yada aralarından sızan bişeyler var..
Oluk oluk akıyor gibi..
Bi cinayet filmini anlatır gibi oldu bu cümlelerde ama nasıl tabir etmem gerektiği bilmiyorum...
Yani öyle işte.. Ne uzadım ne kısaldım.. Ama yaşım ilerliyor... Geride bir yığın zaman bırakmışım...
Öyle işte... Yağmurdandır yağmurdan...



22 Kasım 2013 Cuma

Bi Kuple Yaşam Lütfen...


İnsanın ufkunu açan insanlar vardır..
Böyle geniş geniş bakarsınız tüm Yaşama... Dünyaya... 
Herşey daha yeşildir mesela...
Yeri gelir koca bir taştan ibarettir...
Dibi, ucu bucağı olmayan çukurdur zaman zaman...
Engin denizleriniz, okyanusta yelkeniniz vardır...
Uçan bir kuş gibi ara sıra koca bir filsinizdir...
Ama Dünyanız geniştir.. Epeyce hemde...
Tek farkı ise zaman içinde bu kişi yada kişinizi yitirdiğinizde kum çuvalı gibi boşlukları doldurup istiflenip küçülüyoruz..
Yoğunluk aynı fakat boşluklar dolunca yerine daha büyük bir boşluk kalıyor.. 
Bunu neden yazdım.. Bilmem..
Düşünürüm işte bazen hayatımdaki değişimleri.. Ondandır belkide... 
Aslında bunu yazınca bir hikaye geldi aklıma yaşama dair hoş bir ders niteliğinde...

Mutlu günler....

____

Öğrencilerine hayat üzerine ders vermek kararı ile sınıfa giren profesör, hiçbir şey söylemeden, kürsünün üstüne büyükçe bir kavanoz koyar…
Ardından kavanozu tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar… Öğrenciler, hep bir ağızdan kavanozun dolduğunu söylerler…
Bu sefer profesör içi çakıl taşı dolu olan bir torba çıkarır ve torbanın içindeki tüm çakıl taşlarını kavanoza döker…
Sonra çalkalayarak taşların tenis toplarının arasındaki boşluklara yerleşmesini sağlar…
Öğrencilerine tekrar sorar;
- “Kavanoz doldu mu çocuklar?”
Öğrenciler yine “evet doldu” diye yanıtlarlar.
***
Profesör bu defa içi kum dolu bir torba çıkarır ve torbanın içindeki tüm kumu kavanozun içine boşaltır…
Onu çalkalar ve kumların, içi tenis topu ve çakıl taşı dolu olan kavanoza yerleşmesini sağlar…
Bir defa daha sorar öğrencilerine;
- “Kavanoz doldu mu çocuklar?..”
Öğrenciler bir kez daha yanıtlar;
- “Evet, doldu…”
***
Bu sefer profesör bir öğrencisini kantine gönderip iki fincan kahve almasını rica eder… Gönüllü bir öğrenci koşarak sınıftan çıkar ve kısa bir süre sonra iki fincan kahve ile geri döner…
Öğrencisinin elinden kahveleri alan profesör bu defa bu kahveleri kavanozun içine döker ve çalkalar…
Sınıfa dönüp son kez sorar;
“Kavanoz doldu mu arkadaşlar?”
Öğrenciler biraz şaşkın dördüncü defa “evet doldu” diye cevap vermek zorunda kalırlar…
Bunun üzerine profesör içi tenis topu, çakıl taşı, kum ve kahve dolu kavanozu iki eli ile kaldırarak sınıfa gösterir ve şöyle der; ´
- Bu kavanoz sizin hayatınızı simgeler…
Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir…
Aileniz, çocuklarınız, sağlığınız arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeyler…
Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur…
Çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeyleri temsil eder…
İşiniz, eviniz, arabanız vs…
Kum ise geriye kalan ufak şeylerdir…
***
Şayet kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz…
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir… Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır…
Dikkatinizi mutluluğunuz için değer taşıyan önceliklerinize çevirin…
Çocuklarınızla oynayın…
Sağlığınıza dikkat edin…
Eşinizle yemeğe çıkın…
Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın…
Yani öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin…
Önceliklerinizi, sıraya dizmeyi iyi bilin… Gerisi hep kumdur…
Tam bu esnada bir öğrenci sorar; ´
- “Peki, o iki fincan kahve neydi hocam?” Profesör gülerek yanıtlar: ´
- “Bu soruyu bekliyordum… Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle birer fincan kahve içecek kadar yeriniz vardır… O iki fincan dostlarınızla keyifle içeceğiniz kahvedir!..”

Alıntı: Anonim…


19 Kasım 2013 Salı

BİRİNİN HAYATINDAN GEÇMİŞ OLDUN..!



BAZI ŞARKILAR SADECE CANDIR
                                                               VE 
                                                                          SADECE CANDAN DİNLER VE SÖYLERSİNİZ HEPSİ O KADARDIR...




16 Kasım 2013 Cumartesi

Mutluluktan Sınıfta Kalanlar Var .. !

Mutluluk sadece bir duygu..
Anlam veremediğim bir his hemde.. 
Hani mutsuzluğu anlıyorum o gereksizlik duygusu ile çökünce insanın içine anlamak zorunda kalıyorum...
Ama mutluluk öyle değil.. 
Garip bir his.. 
Son sıralarda üstelik hiç alışık olmadığım bir his..
Mutlu olmayı öğrenmek gerek diye hep işitir, okurum..
Öğrenilesi olan bir duygu ise mutluluk, bunu çoktan öğrenmiş olmam gerekirken neden hala debelenip duruyorum...
Daha bugün " stres yok " dedim kendime oysaki... Hadi buyrun birden buradan efendim ilerleyin...
Anı insanı olmasam diyorum bazen..
Sıcak bi gülüşü özlemesem.. Han " O " mutlu zamanlar var ya gelip yerleşmese evraklarımın içine..
Bi telefon ekranına.. Bir fotoğraf karesine...
Tanrım zaman ne çabuk geçmiş.. Ne vakittir değişmiş herşey...
Bunu hiç yazmadım belkide...
" Mutlu olduğum her an adına şükürler olsun Rabbim sana... 
Mutlu olduğumuz he an için kucaklar dolusu gülücükler yolluyorum sana... 
Onca uzun takvim yaprakları adına.. " 



STRESSİZ HAVA SAHASI ŞART ARKADAŞ.. !





Başımda çok bela bi rahatsızlık var ve baş nedeni "stres" deniyor.. 
Ben hala inanmıyorum buna gerçekten mutlaka bir şekilde yöntemi ve tedavisi olmalı diyorum.. Her sene gitgide dahada kötülemeye başladı.. Her gittiğim doktordan aynı cevabı almaktan yoruldum.. Usandım.. : (
Çekmeye razı oluyorum sonra kötüledeğinde ne yapsam diye bedelenip duruyorum.. alesef doktorlardan ümidimi kestim kendimce yöntemler peşine düştüm .. 
Onlarda da pek başarılı sayılmam ama bu sefer cidden kararlıyım ve o hastalıkla baş edicem.. Güçlü olan kim öğrenecek...
Şimdi en başta şu stres için önerilere göz gezdirdim...
Denenebilir bence... Evet...
Herkese stressiz hoş günler dilerim... : )


Aşağıda hayatınızdaki stresi yönetmek için 8 yol bulacaksınız.  

"  Haydi buyrun buradan devam etmeye.....  "

· Rahatlamayı Öğrenin: Bu inanılamayacak kadar basit görünse de devam edin ve bunu dikkatle deneyin. Rahatlama sadece fiziksel kondisyonunuza değil akli ve duygusal süreçlerinize de faydalı olacaktır. Sizin için en etkili olan rahatlama yöntemlerini bulmayı deneyin.

· Derin ve Ritmik Nefes Alın: Nefes almak.. Ne kadar önemli olabilir ki? İnsanların bir çoğunun rahatlatan ve stres azaltan bir yolla nefes almadığını duyunca şaşırabilirsiniz. Stres önleyici soluma derin ve düzenlidir, nefesin alınışı ve verilişi aşağı yukarı aynı uzunluktadır. Çoğunlukla insanlar düzensiz, hafif nefes alır yada nefeslerini tutarlar. Eğer diğerlerinin soluma yöntemlerine dikkat ederseniz bunu kolayca görebilirsiniz. Soluma her hücrenin güçlü ve sağlıklı kalması için gerekli oksijeni almamızı sağlar. Fiziksel, zihinsel ve duygusal enerjimizi arttırır. Bizi gerilim ve baskıdan uzaklaştırır. Solumamız her an bizimle olan bir işlevimizdir; derin nefes almak rahatlatıcı bir tekniktir ve bedavadır.

· Olumluya Odaklanın: Bir sorun anında bu durumdan çıkartabileceğiniz olumlu yorumlara odaklanın. Olası tüm olumlu sonuçları göz önünde bulundurun. Hayal gücünüzü serbest bırakın. Herhangi bir durum için düşünebileceğiniz milyonlarca sebep var. İsteyerek olumlu bir yol seçtiğinizde otomatik olarak rahatlar ve içinizde kendinizi daha iyimser hissedersiniz.

· Çok Fazla Tepki Vermemeye Özen Gösterin: Sürekli bir tepkisellik hali sadece hayati durumlarda değil günlük yaşamda da fizyolojik sisteminiz üzerinde bir tehdit oluşturur: kalbiniz, damarlarınız ve tüm vücudunuzda. Aşırı tepkisellik, başka yollar için kullanabileceğiniz kaynakları kullanır. Hayattaki durumları doğru bir şekilde algılamanızın bir yolu kendinize “Bunu bir yıl sonra ne kadar önemsiyor olacağım?” diye sormak olabilir. Hatta bazı durumlarda bu soru “Bir hafta sonra bu durum ne kadar önemli olacak?” diye bile sorulabilir. Çok öfkelendirici görünen birçok şey çoğunlukla kısa sürede unutulur ve yerini kısa bir sürede unutulacak başka bir şey alır ve bu böyle gider.

· “Hayır” Demeyi Öğrenin; Bu “gerçekçi” –ve sağlıklı- imkanların dışındaki şeyleri yapmaya çalışmamak için bir önlemdir. Aynı zamanda da birileri bunu sizden istedi diye gerçekçi olanın dışındakileri yapmaya çalışmamak için de bir önlem yerine geçer. Kendi sağlıklı varlığınızın yönetiminde siz varsınız. Siz kendinize dikkat etmezseniz kimse etmez –ve sadece siz- kendi kendinizi koruyabilirsiniz.

· “Hayır” Deyin ve Bu Tercihle İlgili Kendinizi İyi Hissedin: Bazı insanlar kendilerini düşünmenin bencilce olduğuna inanırlar. Onlara çocukken fedakar ve özverili olmaları öğretilmiştir. Bunlar bu dünyanın daha da fazlasına ihtiyaç duyduğu takdir edilesi nitelikler. Fakat diğerlerinin isteklerini, kendi sağlığınızı, fiziksel ve psikolojik tehlikeye atacak kadar çok yerine getirmek dünyayı daha iyi bir yer yapmaz. Bir şeyleri diğerleri size baskı uyguladığı için yapmak hınç oluşumuna yol açar. Hınç ilişkileri her şeyden daha çabuk yok eder. Diğerlerine sadece bunu yapacak enerji ve birikiminiz olduğu zaman yardım etmek hem onlarla ilişkinizi korur hem de sizin hayatınızı kurtarır.

· Gerçekçi Beklentiler Oluşturun: Mükemmeliyetçilikten ve suçluluk duygularından kaynaklan stresler, bizim yarattığımız streslerdir. Bunlar, gerçekçi olmayan beklentiler sonucu oluşurlar. Kendinize sorabileceğiniz önemli bir soru: “Kaldırabileceğimden daha fazla mı yük üstleniyorum?” Eğer cevabınız evet ise, bunu neden yaptığınızı sorgulayın. Mükemmele ulaşmaya çalışmak yerine iyi bir iş çıkarmayı kendinize hedef olarak belirleyebilirsiniz.


· İyi Arkadaşlıklar Kurun: Güvenebileceğiniz insanlarla yakın ilişkiler kurmak stresi azaltır ve duygusal tatmini yükseltir. Belirsizlik durumlarında güvenebileceğiniz insanlardan alacağınız sosyal destek size daha rahat ve güvenli bir yaşam sunacak.

Ve stresle başa çıkma yeteneğinizi geliştirmeniz için son bir söz; Deneyin. Diğer herhangi bir beceriyle de olduğu gibi stres yönetme becerisi de tekrarlamayla kolaylaşır ve verimliliği artar. Bu ilkeyi kullanarak denemenin, denemenin ve bir daha denemenin ne kadar gerekli olduğunu anlayabilirsiniz.

15 Kasım 2013 Cuma

Tesadüfler Sadece Şarkılar...






 ...

Bazen düşünüyorum hani kavuşabildiğim bir aşk olsaydın sen, yine bu kadar özel yine bu kadar farklı hissedermiydim diye...
İnsan hayatında bir kez bunu yaşayıp görmeli aslında.. 
Yada en güzeli uzaklarda olmandır belkide...
Dünündeki bir anı olarak sadece..
 
...

İyiki varmışım.. İyiki varmışın...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Saçmalamak Dizboyu...



Ajandalarda her ortaya geldiğim andaki yarılamışlık hissi; o çok enteressan bir duygudur..
Halbuki ajandalarda bir tane orta yoktur...
Ama her ortalama durumuna geldiğin anda bir çok şey gibi bitmişlik hissine bürünür.. 
Yarılanınca illa ki biletecektir ya onun gibi birşey işte..
Herşey bitiyor doğru... Bugünde doğdu ve akşam gene batacak güneş..
Yarın yağmur yağacak ve bitecek... Radyodaki şarkı çalacak bitip yenisi başlayacak..
Demem o ki bitmeyen tek birşeyi var mı bu hayatta ?
İnsan sevgisine bile son noktayı koyabiliyor iken hemde...
Ya bakmayın işte sabah sabah kurcalayacak birşeyler arıyorum...
Oda bitecek elbet tıpkı bu yazı gibi...
Bildiğim bişey varsa da; "amaç ne yani derdin ne?" tarzında bir soru almak belkide..
Valla kardeş bir bilsem tüm kainatıda aydınlatıcam ama yok yani.... :)
Neyse en güzeli düzenin düzenine uyarak tüm düzenleyemediklerim gibi düzendemiş gibi devam etmek...
Ortaya gelmiş olsam bile...
Mutlu sabahlar....

Hayat Dedik Ya İşte; Nede Güzel Şimdilerde... :)




Bazen kısa bir cümledir hayat..
Bazende sayfalar dolusu bir kompozisyon..
Yüreğimizin ve aklımızın alamadığı kadar uzun, yaşayıp bitiremediğimiz her anı kadar kısa..
Öyle yada böyle vardığımız tek nokta; görebildiğimiz koca bir çerçevenin içindeki küçücük bir fotoğraf...
Kısacasık bir ömür, uzun ve dolu bir yolculuk olsun hayat, hayatınızda..
Nereye götürüldüğünüz değil, ne götüreceksiniz sırtınızdaki çantada...
Kocaman umutlar, en samimi kahkahalar.. 
Küçük mahcupluklar, büsbüyük bir yürek..
Heybeniz hep dolu dolu olsun vardığınız her yaşamda...

En mutlu, en güzel gece size gelsin heybesi hep dolu olanlar...
Sağlıcakla...

"Gitmişmiydi" Dedim... "Hiç Gelmemişti" Oysa Dediler..




Ara sıra hiç anlamadığınız ve tanımadığınız bir tını ile bir kor oturur içininiz ta en ücra köşesine..
Gözleriniz dolar.. Derin bir nefes eşliğinde yutarsınız yine...
Vucudunuzdan yüzünüze doğru gelen ürperti üşüme ve istemsiz bir titreme ile deler geçer sizi ansızın..
Tanıdık bir koku gelir derinden.. Bi kaç cümle.. Bi kaç an..
Hani sarılmak derim ya hep "herşeyin başı sarılmak" , öyle birşey işte...
Sımsıkı sarılır insan o an'a.. Yeniden yaşanır gibi, ilk günkü gibi bir arzu ile.. 
Gözlerini açsa hissettiğin nefesi kokuyu yitirmekten korkarcasına.. 
Öyle sımsıkı işte..
Hayat ne tuhafdır oysa..
Biten herşeyin yerini yenisi için açarken anlamayız burnumuzun direğinin hala cayır cayır yandığının...

"Hayaller değilmiydi seni bana getiren..
Yoksa ben miydim seni hayal eden...

Görünüp kaybolan silüetinde ki gibi..
Uzanıp tutamadığım her zerre damlacıklardın oysaki..

Hayaller değilmiydi bendeki seni sen yapan..
Yoksa ben mi değiştirdim senli olan beni...

Bizli bir yaşama sığdıramadıklarımız mıydı uçup gidenler..
Geriye kalan bir avuç toz bulutunda gizliydi oysa.. Erişemeden uçup giden..

Hayaller değilmiydi elbet birgün derdirten..
Yoksa çok mu hayal kurdukta silinip gittiler...

Oysa biz hiç.. Sadece hiç..
Hiç hayal kuramadık ki.. "

Anlamını yitirip yeniden kazandıranlar vardır ya hani..
Hani onlar vardır ya...
Ellerinden tutup bambaşka bir huzurun içinde bulutlar eşliğinde o sahilde iken, ağzınıza bir parmak bal çalanlar var ya hani..
Gün gelir omuzlarınızdan tutup silkelerler uyanın diye ya hani..
Hani onlar her şey çok güzelken, mutluyken herşey çok gerçek gibiyken; uçurumun orta yerine salıverirler ya birden..
O an şaşar ya işte felek.. Hani  en yapmaz dediklerimiz... Hani o en kıymetlilerimiz...
Hani varlar ya..
Vardı(lar)..
Vardılar toz bulutunda öylece uzaklaşıp gittiler.. Gittiler ya hani..
Gidenler bırakır ya ardında yarım bir yaşam.. 
Yürekten başlar, göz pınarlarına ilerler.. Küçük bir damla ile buluşup süzülüp giderler.. 

Gidenler o hayale hiç gelmemiştiler..

"Gitmişmiydi" Dedim... "Hiç Gelmemişti" Oysa Dediler..


26 Ekim 2013 Cumartesi

Kocaman Bir Not !!!

Bazen hiç geçmez.. Geçmiştekileri geçmiş yapan geçmişliği değil zamanın azizliği..

Ekim Bitiyormuş :)


Koca bir Ekim ayı geçti ve ben bu ay içinde sadece 3 adet yazı yazmışım... ( Bu yazı ile 4 olacak ^__^ )
Evet garip bir durum aslında.. Günlerce tek sığındığım yerdi yazmak..
Hayat öyle yoğun ki.. 
Uykusuzluk, yorgunluk herşey öyle çok yoruyor ki beni yazamıyorum..
Yazma arzum kapalı bir kapı ardına gizlenmiş.. Kapıyı aralıyor arada bir kalan zamanda sessizce bekliyor bişeyleri.. 
Yetemiyorum kendime ve hayatıma son vakitlerde... 
Uzun süredir kitapların yüzüne bakmayan ben deli gibi okuyorum.. Elimde olan kitapları yığdım masamın üzerine öyle çoklar ki...
Nasıl kıydım ben onlara raflara tıkıştırarak diye hayıflandım..
Oyun delisi oldum ayrıca.. Hırs edip geçeceğim diyerek uğraşıp durdum.. Sonra basit bir hile buldum süreleri uzatıp durdum ondan da sıkıldım.. 
Telefonumda sürekli yedekleyip yada hiç durmasını istemediğim fotoğraflarım gibi bilgisayarı ve sosyal ağı hayatımdan sterilize ettim.. 
Bol bol çekim yapıyorum.. Bol bol laklak... Şakalara devam.. Ağlamak her zaman.. Abi ile kavgalar mı her daim.. Araba kavgası yapar olduk son zamanlarda beni bu gidişle zarar sokacak net..  : )
Anneye kocaman sarılmak en büyük hobim hala..  ♥ : )
Çikolata mı hayatımdaki her acı tat için bir küp büyüklüğünde yetip artan tek mutluluğum..
Kilo verdim bu arada.. 
Yüzüm kemik kaldı yine.. Seviniyorum kilo verince ama suratımın çökmesinden hoşlanmıyorum napim metebolizmamda kendim gibi anormal çalışıyor..
Neyim düz ki zaten... :) Hayatım baştan aşağı saçmalıklar ile doluken normal olmasını beklemek zaten beni anormal yapar...
Neyse kavram kargaşası iyi değildir.. Yemekleri bile karıştımamak gerek abicim... :)
1 senenin daha sonuna geldik sayılır .. İşyerimde kıdemimi gitgide arttırıyorum bunada seviyorum.. :)
Haytımda köklü bir değişim hala yok.. Değiştirme girişimlerinde bulunanlar var ama bende o istek yok.. 
Özümün, sözümün bir olduğu tek yer bugünlük yetsin devamı için bi ara gene uğrarırım.. 
Fakat sen hiç uğramaz oldun bak alınıyorum... = )
Ee hadi o zaman görüşürüz... 
Mutlu hafta sonları herkese.. :)



Sessizlik lütfen.. Sonsuza dek..




İnsanın içinde bulunan buruk yan hep durur oralarda bir yerlerde.. 
Toz kokan, nemli bir rafın en üstüne sıkıştırılmış o yıpranmış kitabın yırtık sayfaları arasındaki satırlara gizlenmiştir oysaki..
Küçük bi anda beklenmeyen bir başkalıkla gelip eski yerine konar ilk günkü gibi olan o ateşi ile..
Uzaklar yine çok yakın..
Kor gene aynı kor.. 
Tuz bastığımız yaralar gibi ağır ağır yanmakta..
Ne ilacı var ne merhemi.. Ne bir düşü var nede gerçeği... 
Sızlar insan.. 
Hatırlamak için olan o iyi olan her şey yerine hatırlanan hep bi sızıdır.. Yanan bir ateş, kor olup yerleşmiş bir an..
Yine ve yeniden...
Ağız dolusu bağırmak, uzun uzun duvardaki tabloya bakarak sakinliğinde bağırışlarımı dindirmek isterdim şuan.. 
Sayfalarca yazmak.. Anlatmak, hiç susmamak.. 
Vazgeçtim...
Ben susmalıyım.. Susmak en iyisi..
Anlatacakları olan insanların yaptığını ben susarak yapmayı öğrenmeliyim.. Hep yaptığımı yine yapmalı, yine ölüm sessizliğinde boşlukta olmalıyım..
Uzaklar gene uzak olsun.. İçimdeki yakınlığı uzak edebilmek susmak aslında..
Sessizlik lütfen.. Sonsuza dek..

11 Ekim 2013 Cuma

Mutluluk Paylaştıkça Çoğalır =)



İnsanın ruh hali denen şey çok feci bişi yahu..
Bir gün kendinizi yerlerden yere atıp yakınırken yüzünüzden somurma ifadesi mevcut iken bir diğer gün sanki bir önceki gün olan kişi siz değilmişsiniz gibi olur..
Garip cidden :)
İnsanlar olarak anatomimiz baştan aşağı garip.. 
İçimde böyle ahım şahım bir neşe yok ama günaydın demek içinde dolulu kocaman bir gümüseye engel değil.. 
Bugün gömleğinin üzerine süveter giyip açık olan klimayı bana kapattırmaya çalışan mimar bozuntusuna bile takılmayacağım işte o derece neşem tam... :)
 
Güzel bir İzmir sabahı şahane bir cuma olsun.. Yarın son iş günü kesintisiz 8 günlük koca bayram tatili benim..
Bol fotoğrafları bol öpülmeli geçer umarım ki... :)
Gününüz aydınlık olsun... :)

9 Ekim 2013 Çarşamba

Velhasıl-ı Kelam

Son zamanlarda hem iş hem özel haytımda çok stersli zamanlar geçiriyorum...
Eskiden aile içinde sorunlarım hiç bitmezken şimdilerde çevremdeki sorunlarla debeleniyorum.. 
Kalbim yine gereğinden fazla hızlı çarpıyor ve gene sandalyemin arkasına yaslanmadan oturmaya başladım.. Hızlı hareketlerle yetişmek ister gibiyim herşeye.. 
Çabuk geçsin diye uğraşıyorum..
Nedensiz hemde.. 
Gerçi nedenim çokta görmek ve işitmek istemiyorum hepsi o.. Yok sayıyorum ama ne zaman kadar bilmem.. Herşey gibi bilmiyorum bunuda işte...
Bir yandan yeni çevreler edinme peşindeyim.. 
Diğer yanda hayal kırıklıklarım... Hayal kırklarım iyice çoğaldı ki sorma gitsin..
Değer vermemek en doğru belki ama ben bunsuz yapamam ki..
Aranılan birimiyim dersen esasen öyle görünüyorum fakat değilim.. Bazen telefonumun sessizliğinden birgünde çalığ durması bana batıyor..
Kırılanlarımı bulamıyorum artık düştükleri yerlerden..
Birleştirdiğim parçaların aralarındaki boşluklar iyice çoğaldı..
Şunu çok daha iyi anladım.. Bana benden başka kimse dost olmazmış.. Olamazmış değil olmazmış..
Çok yanlış biriyim belkide.. Bilemiyorum.. Bende olsam bende benim gibi birine böyle davranırdım belkide de.. Kimbilir..
Yoruldum.. 
Sabrımı yitirdim..
Neşelerim yapmacık artık..
Çalan telefonlarıma yanıt vermekten çok kapatmayı yeğeliyorum..
Kullanılmışlık, küçük düşürülmüşlük hissini atamıyorum son zamanlardan üstümden..
Hayat acımasız değil... Derim ya hep..
Hayatı acımasız yapan biziz biz.. İnsanlar.. Çıkarlar.. 
Öyle işte.. 
Bir avuç huzura büyük bir kepçe ihanet oldu da bitti..
Haydi şimdilik eyvallah... Bir sonrakine kadar...


28 Eylül 2013 Cumartesi

Bazen Tahhütlü Gelir, Almadım Diyemezsin !


Bazen sadece susarsın.. Görmezsin..
Bazen sadece gözlerini yumup dilersin... Öylece dinlersin...



17 Eylül 2013 Salı

Okumasanızda olur .. ! Okumuyorsunuz zaten .. ! Yanlış mı ?




Haydi sil yeni baştan..
İlkokuldayken bir müzik öğretmenimiz vardır.. Şarkıyı söyletir veya çaldırdığı fülütten istediği gibi olmadığında ve bittiğinde hiç ses etmeden hafifçe elini başına iki üç kez toz silker gibi vururdu.. Bu "baştan" demek olurdu ve biz tekrar baştan komut ile başlardık çalmaya yada söylemeye..
Hayattada yapıyorum bunu.. 
Hafifçe elimi başıma vurup "hadi bakalım yeni baştan" diyip, yine başlıyorum...
Duygularımı ifade etmekte güçlük çekerim aslında .. Her ne kadar burada yazsam bile ara sıra..
Çok saçma sapan biriyim.. 
Hayatım çoktan o sapaklardan döndü öyle karma karşık saçma bi hal aldı..
Ne yapsamda aklımın içindekileri kontrol edemiyorum.. Adapte olamıyorum..
Nefret ediyorum bu durumdan..
Ara sıra edindiğim desteğe başvurmamak için kendimi zor tutuyorum.. En azından bu durumda nötrleştiriyor beni..
Sadece.. 
Sadece insanın sevip, değer verdiği biri insanın canını çok yakabilirmiş.. En kötüsüde hep dediğim gibi karşı tarafın UMRUNDA bile olmamanızdır .. !
Salla gitsin denebilir , ama uygulaması mümkünlükler mertebesinde değildir..
Alfabede adımın baş harfi hep sonlarda olduğu gibi, hayattada sonlarda olmaya bir gün alışacağım.. 
Bir gün...

12 Eylül 2013 Perşembe

Fazla Düşünmek Gereksiz Hüzün Yapar !



Son zamanlarda kendimle ne çok başbaşayım nede yanımda biri var..
Öyle bir ekrandan izlercesine hızlı bir şekilde akıp geçiriyorum zamanı.. Düşünmemeye, konuşmamaya, duymamazlığa ve anlamamazlığa veriyorum kendimi.. 

"Güzel tamam, herşey bitti.. Boşver sen varsın, sen kendine yetersin.. Başka kimseye ihtiyacın yok bi sen varsan yetersin işte herşeye.."

Diye, diye durumu bu hale getirdim.. Blog okumaz oldum, kitaplarım toz kapladı bir satır bile okumuyorum.. Aptal bir şekilde oyun oynuyorum telefonda, o bu ne yapmış diye deli gibi geziyorum sosyal paylaşım sitelerinde..
Her sabah açıp iki satır haber okuyup sinir kat sayımı yükseltip kapatıyorum büyük bir hınç dolu arzuyla.. Evde haber izleyemez oldum mesela bu yüzden.. Sinirliyim bu aralar çok sinirli.. Herşeye kızıp söylenip bağırıp çağırıyorum.. Troit hastalığına bağlıyıp onu suçluyorum hep.. Ama ondan değil ki biliyorum ben.. 

Yazmakta kar etmiyor.. Saatlerce kafamın içinde konuşup sürekli yazıyorum ama satırlara dökemiyorum yine.. Oturdum mu başına yazamıyorum.. Cümleler kilitleniyor kafamın içindeki ben susuyor..
Ağlamak istiyorum sürekli, sonra bi bakıyorum saçma sapan gülüyorum.. Hoş ağlamak istesem bile ağlayamıyorum..  Bi ağlasam rahatlayacağım ama olmuyor işte..

Bi yerlerde acıyan bi yerlerim var ama bulamıyorum bir türlü.. Susuyor çünkü.. Derin bir sesizlik içinde öylece izliyor.. Debelenmiyor, çığlık atmıyor, tırmalamıyor o kısacık tırnaklarıyla.. Duymamı istemiyor gibi..

Bide neyi fark ettim.. Son sıralar mutluluklarımı yazmaz olmuşum.. Hep içimdeki kasvet var burada.. 

Ya Blog'um görüyormusun seni de yıpratmaya çalışıyorum anlaşılan..
Herşey için yaptığım en başta kendime yaptıklarım gibi.. Bana yaptıkları gibi..

Neyse; en azından son cümlem hoş bitsin di mi ? :)

Aydınlık güzel bir İzmir gününden selamlıyorum seni.. Cennetimden selam olsun herkese...
Mutlu günler...

Not: Başlıkta doktorların sitelerinde olur ya hani hastalıklar için işin özünü anlatmaya yarayan  başlıklar, işte onlar gibi oldu bu başlık.. Oysa ki ben başlıkları böyle seçmem.. Hatta başlık koyamam, ne bitişe ne başlangıça.. Başlık sıkıntısı yaşıyorum.. Acaba o sitelerde bunla ilgilide çözümler varmıdır ? =)

3 Eylül 2013 Salı

Zordur İşte !




Kelimelerim düğümlendi boğazımda ..
Bu sefer kaybetme korkusu düştü içime..
Elden ne gelir ki.. Elimden ne gelir ki..
Bazen öylece bakıp ağlayamamak ne zordur hep omuzunu ıslattığın bir omuzun karşısında..
Erken evlenenlere kızmayacağım artık.. Erkenden ebevyn olmalarınada kızmayacağım..
En güzelini yapıyorlar.. 
Evlatları belki bunu hiçbir zaman anlamayacaklar ama güzel onlar için.. Çok daha güzel..
Hayatı pamuk ipliğine bağlı yaşıyorum istemsiz..
Ama mevzu ben değilim..
Keşke öyle olsa.. Bazen keşke...

2 Eylül 2013 Pazartesi

Vakit Eylül vaktidir..



Eylül zamanı vardır.. 
Vakit Eylül vaktidir..
Yaşanması gereken içi kıpırpır lakin hüzünlü bir ay.. 
Seneler geçtikçe her günü her ayı ve her mevsimi tek tek yaşıyoruz.. Bu ay beni hiç yormaz.. Yorgundur aslında bu ay.. Yorar insanı hırpalar..
Bir yığın yük bindirmiştir omuzlara.. Bir türlü tutamadığımız o zaman var ya dayanmıştır yine kapıya..
Kış zordur ben gibiler için..
Neşelenmek için, güneş isteyen sıcak isteyen herşeyi unutabilme adına, herşeyi düzeltme adına dışarılarda olmaya ihtiyacıolan ben gibi biri için.. Zordur bu ay zor.. 
Her bitişin başlagıcı ise Nisan, bitişidir Eylül'de aslında..
Hani derler "Ayrılıklar ayıdır" diye.. 
Galiba öyle..
Gerçi bu ay benim için bir başlangıç oldu.. 
Kapalı bir kapıyı açtım..
Şimdi sadece bekleme vakti vakit..
Eylül güzeldir güzel...
Mutluluklar olsun..

30 Ağustos 2013 Cuma

30 Ağustos Zafer Bayramı'mız Kutlu Olsun !



Ne kadar kutlamamızı yasaklamış olsalarda bu bayram bizim bayramımız elimizden almaya, unutturmaya, nefret ettirip kötü göstermeye çalışmalarına inat;
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI'MIZ KUTLU OLSUN!

Bize bu günleri veren Atamız ve silah arkadaşlarına canı gönülden minnet ve saygıyla anıyorum..



“Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitimle, bilgi ile, insanlıkta üstünlüğün, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Cumhuriyeti biz kurduk, O’nu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz.”
 
Mustafa Kemal ATATÜRK

22 Ağustos 2013 Perşembe

Denizcinin Hikayesi



Bu fotoğrafı bu hikayeye adıyorum.. Ömer Köroğlu'nun sesinden dinlemeniz şiddetle tavsiye olunur.. :)




Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. 
Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. 
Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı. 
Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. 
Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan.. 
Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. 
Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. 
Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. 
Bayan Maynell New York'ta yaşıyordu. 
Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. 
Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı. 
Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. 
Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. 
Bir romantizm başlıyordu. 
Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. 
Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?.
Sonunda Blanchard'in Avrupa'dan dönüş günü geldi çattı. 
İlk buluşmalarını ayarladılar.. 
New York Tren İstasyonu'nda akşam saat tam 7'de.
0 "Beni tanıman için" diye yazmıştı kız mektubunda, 
"Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak".
İşte saat tam 7'ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. 

Hikayenin gerisini Bay Blanchard'dan dinleyelim:" 

Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. 
İnce ve uzun boylu,dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş.. 
Çiçek rengi mavi gözlü. 
Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. 
Ben de ona doğru yürümeye başladım. 
O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi.
Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana 'Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, denizci?' diye fısıldadı. 
Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordumki, o anda Hollis Maynel'i gördüm. 
Kızın tam arkasında duruyordu. 
40'ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış.. 
Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. 
Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. 
Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. 
İşte orada öylece duruyordu. 
Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. 
Çekinmedim. 
Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. 
Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. 
Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle;  'Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?' diye sordum. 
Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı:  'Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı'   dedi, 'ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. 
Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış delikanlı .."

Dilekler maya tutamamış..


Bir dilek tutarmış bugüne yakın yarınlara uzak .. Yarınlar bugün bugünler dün ..

Günleri saatleri karıştırmış Dilek perisi..

Vaktinden önce geleni kaybetmiş, vaktinde gelmesi gereken vaktinden çok geç gelmiş ..

Ona ne çok yakın ne çok uzaklarda yaşamış ..

O ağacın altında hep, o tenine değen rüzgarla Deniz'in bir ucunda bekleyip durmuş ..

Hep ya çok erken ya çok geç gelmişler o limana ..

Dilenen dilek hep sönüp göğe ulaşamadam yere süzülmüş..

Yavaş ve hüzünlü ..

Dilek perisi hep yanlış yerde yanlış zamanda dilekleri yeşertmek için uğraşmış ..

Olmamış ..

Ya hep geç ya hep erken ..

Dilekler maya tutamamış..

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Yağmur Yüreklim

Kafamda kurup yaşayacağım hayallerim vardı bir vakitler .. Sadece senle dolu olan.. Sonra hepsi birer birer söndüler..çat bir şiirde karşıma çıkan çat bir şarkıda nükseden..
Ne garip değil mi halbuki senle hiç hayaller kurmamıştık biz .. Tek hayal kuran benimişim fark etmeden .. 
Arada düşünürüm başka birini seni sevdiğim kadar sevsem bunu hissedermisin .. Ne düşünürsün diye ..
Canın mı yanar mutlu mu olursun ..
"Yeniden başardın bak sevdin oda seviyordur ama iyi gör hayatını ertelercesine sabırla yaşama, sev.." dermisin .. 
Bazen düşünüyorum birşey gelse başıma duyupta koşarmısın yanıma .. Cız eder mi yüreğin kor düşer mi içine gelemesende ..
Umrunda olmadığımı her an her saniye beynime kazınmışken neden düşünür bir insan böyle şeyleri ..
Bilmiyorum .. 
Senide bilmiyorum aslında .. 
Uzaklarda ki bir yabancısın sen ..
Artık sadece şarkılarda olan .. Rüyalarıma bile gelmez oldun.. Bunu bile çok gördün bana ..
Çok görmelere doyamadın hiç .. 
Hayatı hep pamuk ipliğine bağlı yaşadın ama bizi yaşayamadın .. 
Yaşayamayıyorym bende.. Her nefeste seni arıyorum ..
Saatlerce bankta oturup seyrediyorum hızlı ve hırçın dalgaları .. 
Geceleri daha zor derler yalan her an çok daha zor .. 
Zaman sinsi acımasız siler anıları öyle değil mi öyle .. Değilmiş işte .. 
Geçmiyormuş.. 
Yoldan geçen herkesin yüzünde arar oldum seni .. 
Her baktığımda içim yandı .. Hiç olmayacaksın .. 
Tesadüfler aptallar için ..
Benim gibi gerçekçi aptallar için değil ..
Filmlerde olur.. Hikayemizde öyle değil mi .. 
Saçma sapan bir film senaryosu gibi .. Asla olmayacak , olamayacak bir tesadüf.. 
Yarın uyandığımda yine olmayacak olman ve sensiz bir güne daha atım attığımda saçmalamadan devam edeceğim.. 
Ben saçmalamayı senle sevdim , ansızın kaytarmayı, sımsıkı sarılmayı senle sevdim .. 
Yağmur .. 
Biliyormusun yağmur yapması için dua eder oldum .. 
Kendime itiraf etmeye korkuyorum .. Sevdim çünkü .. 
Yağmurum değil yağmasından sesine tahammül edemeyen ben .. 
Hepsi buydu aslında ..
Sevdirip kaybolman .. 
Sevilmek güzel şeydir ..
Güzeldir .. 
Gecede gündüz de .. Senle .. Güzeldir ..


16 Ağustos 2013 Cuma

Bir Yalnızlığa İmza(mı) Bıraktım ..!




Bir anda biriyle nasıl olurda sevgili olunur..
Bir anda, biriyle bir ilişki içerisine nasıl girebiliyor herkes.. 
Nasıl çok çabuk "Can'ları, hayat'ları, herşey'leri, aşkım'ları" olabiliyor birbirlerinin..
Merak etmiyor değilim.. 
Eski kafalı olmamdan mı yoksa gerçekten birşeyler olabilmesi için ayrıca bir büyüsü olması gerektiğine kendimi çok fazla inandırmış olabileceğimden mi bende işe yaramıyor..
Bilemiyorum bir kaç gündür düşünüyorum.. 
Neden bu kadar yalnızım diye..
Neden yalnızlığı kendime mesken edindim..
Çevremde olmadığından değil tercihlerimi o yönde kullanamamdan, istememden..
"Böyle olmaz o işler işte" dememden...
Kimseye şans tanımıyor kestirip atıyorum..
Nasrettin Hoca gibi " ya tutarsa ! "  inancını neden yeşertemiyorum içimde..
Uzun bir vakit oldu yalnızlığımla bir başıma olalı.. Bir çok şeyi çoktan geride bıraktım, o defterdekileri raflara yerleştirdim..
Peki, neyi bekliyorum ?
Yapabilenler nasıl yapıyor ya benim gibi yapamayan var mı? arada bunuda merak ediyorum işte.. Bir yerlerde "Ben" gibi birileri var mı?.. 
Çünkü yakın çevremdeki tüm arkadaşlarım bu kategoride..
Garip tavırlara ve sabit fikirlere sahip olan kişi bir benim..
Evet mutlaka bir anda olmuyordur.. Bir bakış, bir dokunuş, hafızada yer etmiş bir kaç cümle.. Elbette etkilidir konuşulmuştur birçok şey ama bu bile benim için öyle az ki..
Az derken neyi az diye soruyorum kendime her defasında.. 
"Az işte be az.." 
Bana yetmiyor tüm bunlar.. Ben birini görmeden cümleleriyle sevebildiysem gene öyle sevebilirim.. Ama eksik birşey var işte.. Yada hala birşeyleri beklediğimden.. Beklenenler gelir diye değilmidir birçoğu kez gidemeyişler..
Bunun üzerine yazılıp çizilmez mi onca hikayeler, yazılar..
İşte insan bu yüzden yalnnızlık çeker.. Özler eskiyi çok özler... Gene öyle olsun der, yine öyle hissedeyim..
Yerine yenisi gelsin ama yolu tektir bir kere değişmez.. 
Ben gibi fazla zor ve kapalı biriyseniz eğer bildiğiniz tek bir yol vardır ve o yoldan asla sapamazsınız..
Fakat yeni şanslar, yeni yollar, yeni cümleleri keşfetmek gerek.. Başka yüreklere dokunmak için kapıları açmak şart..
Kapalı olan dünyanın dışında kalanları seyretmek değil onlara dokunmak gerek.. 
Gerekte gel bunu birde bana anlat...
Hep bile bile değilmidir yaptığımız herşey.. 
Yasak olduğunu bildiğimiz halde yaptığımız herşey kadar gerçek ve arzulanır bir duygu bu..
Razıyım arasıra bu yalnızlığa.. Ama bazen öyle bir oturuyor ki yüreğimin baş köşesine sökemiyorum o istemsiz arzuyu.. 
Yalnızlığı arzular insan bazen, bazen yalnız olmamayı..
Ne istediğimizin önemine varmıyoruz işte arsızlığımızla.. 
Arsızca istiyoruz hepsi olsun haytımızda..




15 Ağustos 2013 Perşembe

Sahi Sevgi Neydi?



Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara..

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey..
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...

Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Pakize Suda

Sevilmek güzel şey vesselam...


Sevilmek güzel şey vesselam... 
Sevmek gibi değilmiş.. 
İkisi ayrı kefelerde duruyormuş..
Hele de sevip seviliyorsan o daha da başkaymış..
Küçücük bir tebessümle yeşerip, Sarıkız gibi arsızca sararmış her yeri..
Ne kışın soğuğu, ne yazın caf sıcağı kurutamazmış gerçekten sevenleri..
Öyle ya da böyle sonuçta sevilmek güzel şeymiş vesselam..
Sen sev yeter... 
Sevmek bulaşıcıymış nede olsa...

ツ 

 

 

13 Ağustos 2013 Salı

İyki Doğmuşuz..

Düşünüyorum bir kaç gündür.. Ben en son ne zaman sevinmiştim acaba böyle bir güne diye..
Özel günleri önemserim unutmamaya çalışırım ama çok çokta önemli değildir esasen.. He insan hatırlanmak ister iste o başka bir boyutu.. Güzel bir tebessümle "mutlu yıllar" demesi bile yeter birinin ama başka bir boyutu işte dedim ya..
Özel biri değilseniz siz birinin gözünde hergün, tek günde hatırlanan özel bir insan olmayı istemem o kişinin gözünde zaten..
Doğum günüm bugün.. 
Bu saçma cümlelerin nedeni bu..
35 yaş şiirindeki "Yaş otuz beş yolun yarısı eder" e adım adım ilerlediğimin ispatı.. bugün 26 bir bakmışım 35 oluvermiş.. Olmayacak şey değil..
Ama işte yaşlanmaktan korkmuyorum korktuğum zamanı yitirmek.. Zaman ilerledikçe yaşım ilerlemiyor sevdilerimi birer adım daha benden alıp götürüyor..
O yüzden sevinçli yada mutlu değilim.. Neşe dolmuyor içim.. 
Ağlamaklı oluyorum aslında.. 
Daha bir alıngan daha bir içi buruk.. 
Sanki kimse kutlamasa bugünü hiç yaşmazmışım gibi geliyor sessiz sedasız geçip gitsin hani duymayayım yok sayayım.. 
Olmuyor işte.. Dönüyor dolaşıyor tekrar geliyor.. Her sene bir diğerinden daha burkucu...
Hangi ara bu kadar duygusal oldum.. Ne zamndan beri kaybetme korkusunu iyice yerleştirdim içime..
Düşüncesi bile ürpertiyorki değil dile getirmek yazmaktan bile korkuyorum..
Bugün 13 Ağustos.. 
Benim doğum günüm..
Bir günü daha yitirdiğim gün..
Bir türlü erişemediğim geçmiş hergün..

NOT: Sanırım doğum günümün en sevdiğim yanı mail adresime gelen indirim çekleri... :)




Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !