12 Eylül 2013 Perşembe

Fazla Düşünmek Gereksiz Hüzün Yapar !



Son zamanlarda kendimle ne çok başbaşayım nede yanımda biri var..
Öyle bir ekrandan izlercesine hızlı bir şekilde akıp geçiriyorum zamanı.. Düşünmemeye, konuşmamaya, duymamazlığa ve anlamamazlığa veriyorum kendimi.. 

"Güzel tamam, herşey bitti.. Boşver sen varsın, sen kendine yetersin.. Başka kimseye ihtiyacın yok bi sen varsan yetersin işte herşeye.."

Diye, diye durumu bu hale getirdim.. Blog okumaz oldum, kitaplarım toz kapladı bir satır bile okumuyorum.. Aptal bir şekilde oyun oynuyorum telefonda, o bu ne yapmış diye deli gibi geziyorum sosyal paylaşım sitelerinde..
Her sabah açıp iki satır haber okuyup sinir kat sayımı yükseltip kapatıyorum büyük bir hınç dolu arzuyla.. Evde haber izleyemez oldum mesela bu yüzden.. Sinirliyim bu aralar çok sinirli.. Herşeye kızıp söylenip bağırıp çağırıyorum.. Troit hastalığına bağlıyıp onu suçluyorum hep.. Ama ondan değil ki biliyorum ben.. 

Yazmakta kar etmiyor.. Saatlerce kafamın içinde konuşup sürekli yazıyorum ama satırlara dökemiyorum yine.. Oturdum mu başına yazamıyorum.. Cümleler kilitleniyor kafamın içindeki ben susuyor..
Ağlamak istiyorum sürekli, sonra bi bakıyorum saçma sapan gülüyorum.. Hoş ağlamak istesem bile ağlayamıyorum..  Bi ağlasam rahatlayacağım ama olmuyor işte..

Bi yerlerde acıyan bi yerlerim var ama bulamıyorum bir türlü.. Susuyor çünkü.. Derin bir sesizlik içinde öylece izliyor.. Debelenmiyor, çığlık atmıyor, tırmalamıyor o kısacık tırnaklarıyla.. Duymamı istemiyor gibi..

Bide neyi fark ettim.. Son sıralar mutluluklarımı yazmaz olmuşum.. Hep içimdeki kasvet var burada.. 

Ya Blog'um görüyormusun seni de yıpratmaya çalışıyorum anlaşılan..
Herşey için yaptığım en başta kendime yaptıklarım gibi.. Bana yaptıkları gibi..

Neyse; en azından son cümlem hoş bitsin di mi ? :)

Aydınlık güzel bir İzmir gününden selamlıyorum seni.. Cennetimden selam olsun herkese...
Mutlu günler...

Not: Başlıkta doktorların sitelerinde olur ya hani hastalıklar için işin özünü anlatmaya yarayan  başlıklar, işte onlar gibi oldu bu başlık.. Oysa ki ben başlıkları böyle seçmem.. Hatta başlık koyamam, ne bitişe ne başlangıça.. Başlık sıkıntısı yaşıyorum.. Acaba o sitelerde bunla ilgilide çözümler varmıdır ? =)

3 Eylül 2013 Salı

Zordur İşte !




Kelimelerim düğümlendi boğazımda ..
Bu sefer kaybetme korkusu düştü içime..
Elden ne gelir ki.. Elimden ne gelir ki..
Bazen öylece bakıp ağlayamamak ne zordur hep omuzunu ıslattığın bir omuzun karşısında..
Erken evlenenlere kızmayacağım artık.. Erkenden ebevyn olmalarınada kızmayacağım..
En güzelini yapıyorlar.. 
Evlatları belki bunu hiçbir zaman anlamayacaklar ama güzel onlar için.. Çok daha güzel..
Hayatı pamuk ipliğine bağlı yaşıyorum istemsiz..
Ama mevzu ben değilim..
Keşke öyle olsa.. Bazen keşke...

2 Eylül 2013 Pazartesi

Vakit Eylül vaktidir..



Eylül zamanı vardır.. 
Vakit Eylül vaktidir..
Yaşanması gereken içi kıpırpır lakin hüzünlü bir ay.. 
Seneler geçtikçe her günü her ayı ve her mevsimi tek tek yaşıyoruz.. Bu ay beni hiç yormaz.. Yorgundur aslında bu ay.. Yorar insanı hırpalar..
Bir yığın yük bindirmiştir omuzlara.. Bir türlü tutamadığımız o zaman var ya dayanmıştır yine kapıya..
Kış zordur ben gibiler için..
Neşelenmek için, güneş isteyen sıcak isteyen herşeyi unutabilme adına, herşeyi düzeltme adına dışarılarda olmaya ihtiyacıolan ben gibi biri için.. Zordur bu ay zor.. 
Her bitişin başlagıcı ise Nisan, bitişidir Eylül'de aslında..
Hani derler "Ayrılıklar ayıdır" diye.. 
Galiba öyle..
Gerçi bu ay benim için bir başlangıç oldu.. 
Kapalı bir kapıyı açtım..
Şimdi sadece bekleme vakti vakit..
Eylül güzeldir güzel...
Mutluluklar olsun..

30 Ağustos 2013 Cuma

30 Ağustos Zafer Bayramı'mız Kutlu Olsun !



Ne kadar kutlamamızı yasaklamış olsalarda bu bayram bizim bayramımız elimizden almaya, unutturmaya, nefret ettirip kötü göstermeye çalışmalarına inat;
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI'MIZ KUTLU OLSUN!

Bize bu günleri veren Atamız ve silah arkadaşlarına canı gönülden minnet ve saygıyla anıyorum..



“Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitimle, bilgi ile, insanlıkta üstünlüğün, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Cumhuriyeti biz kurduk, O’nu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz.”
 
Mustafa Kemal ATATÜRK

22 Ağustos 2013 Perşembe

Denizcinin Hikayesi



Bu fotoğrafı bu hikayeye adıyorum.. Ömer Köroğlu'nun sesinden dinlemeniz şiddetle tavsiye olunur.. :)




Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. 
Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. 
Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı. 
Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. 
Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan.. 
Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. 
Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. 
Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. 
Bayan Maynell New York'ta yaşıyordu. 
Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. 
Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı. 
Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. 
Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. 
Bir romantizm başlıyordu. 
Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. 
Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?.
Sonunda Blanchard'in Avrupa'dan dönüş günü geldi çattı. 
İlk buluşmalarını ayarladılar.. 
New York Tren İstasyonu'nda akşam saat tam 7'de.
0 "Beni tanıman için" diye yazmıştı kız mektubunda, 
"Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak".
İşte saat tam 7'ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. 

Hikayenin gerisini Bay Blanchard'dan dinleyelim:" 

Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. 
İnce ve uzun boylu,dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş.. 
Çiçek rengi mavi gözlü. 
Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. 
Ben de ona doğru yürümeye başladım. 
O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi.
Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana 'Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, denizci?' diye fısıldadı. 
Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordumki, o anda Hollis Maynel'i gördüm. 
Kızın tam arkasında duruyordu. 
40'ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış.. 
Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. 
Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. 
Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. 
İşte orada öylece duruyordu. 
Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. 
Çekinmedim. 
Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. 
Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. 
Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle;  'Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?' diye sordum. 
Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı:  'Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı'   dedi, 'ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. 
Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış delikanlı .."

Dilekler maya tutamamış..


Bir dilek tutarmış bugüne yakın yarınlara uzak .. Yarınlar bugün bugünler dün ..

Günleri saatleri karıştırmış Dilek perisi..

Vaktinden önce geleni kaybetmiş, vaktinde gelmesi gereken vaktinden çok geç gelmiş ..

Ona ne çok yakın ne çok uzaklarda yaşamış ..

O ağacın altında hep, o tenine değen rüzgarla Deniz'in bir ucunda bekleyip durmuş ..

Hep ya çok erken ya çok geç gelmişler o limana ..

Dilenen dilek hep sönüp göğe ulaşamadam yere süzülmüş..

Yavaş ve hüzünlü ..

Dilek perisi hep yanlış yerde yanlış zamanda dilekleri yeşertmek için uğraşmış ..

Olmamış ..

Ya hep geç ya hep erken ..

Dilekler maya tutamamış..

Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !