17 Eylül 2014 Çarşamba

4 Eylül 2014 Perşembe

Ballı-Naneli-Limonlu

 Tansiyonun düşer, o ballı-naneli-limonlu şekerden atarsın ağzına..
Sonra canın sıkılır, "ağzımın tadı kaçtı" dersin bir tane daha şeker alırsın..
Sıkıntın geçmeyince bir sigara yakmak istersin, bıraktığını hatırlar falan işte bir şeker daha atarsın ağzına..
İçin ferahlamayınca bir bardak su alırsın bir şekeri daha ağzının içinde gevelemeye başlarsın..
Aynaya bakıp içler acısı bir "ben" görerek sigarasız hayata bir şeker daha atarsın ağzına..
Saatler geçmez diye bir tane daha..
Çalan şarkı şerefine bir daha..
Gerçekten ağzının tadı değişmiştir öğlen yediğin yüzüne bir şeker daha açarsın bunun üzerine..
Aklına geçmiş gelir ne mutlu olduğun ne çok sevildiğini anarsın yine efkar basınca atarsın bir şeker daha..
Aşk dersin acı ama şeker tatlı hadi aç bir tane daha..
Boğazın sızlamaya başlar nefesin yetmez oturduğun yerde ferahlamak umuduyla sarılırsın yine ballı-naneli-limonlu şekere..
Bak gene sigara esti burnuna ver bir şeker daha..
Kilona takılırsın şekersiz içersin çayı kahveyi ama açarsın bir ufak şeker daha.. 
Canın sıkkındır ya ağzındadır yine şeker sonra ortası boşalır minnacık şekerin, dudağın ucunda bitiştirir hava verip alırsın kendince.. Olmaz tekrar denemek için atarsın ağzına yeni bir şeker daha..
Unutukların, unutulduğun zamanlar şerefine hadi hatırlamak güzeldir diyip bir şeker daha..
Akşam olur ev yoluna çıkarsın yol kısalsın diye bi şeker atarsın cebine.. Sonra ağzına..
Arkadaşlarla sohbette buluşur "dilim damağım kurudu su kesmez, bardaktaki de" diyip şekere sarılır bu sefer çiğneyerek yersin..
Film izlersin evinde, mısır tuzlu şeker naneli limonlu.. Güzel bir uyumdur damağında alırsın şekerlikten bir şeker daha..
Artık gün bitmiştir... Uyumak için uzandığında yatağa. aklına gelir şeker.. Koca bir hayat yalnızlığında tek dosta dönüştürdüğün bir şeker vardır artık hayatının tüm dakikalarında.. 
Hayatının ballı-naneli-limonlu kadar bile tatlı olamamasına üzülür, içerlenirsin ve komidinin üzerinden bir şeker daha atarsın ağzına belki rüyaların şeker tadında olma umuduyla...



3 Eylül 2014 Çarşamba

Biraz ses.. Biraz toprak kokusu.. Bir parça mutluluk yanında mutsuzluk olsun, hüzünde hediyesi..



Yıllardır yazmıyor gibiymişim gibi hissettim bugün..
İzmirin içi sıkıntılı.. Hüzünlü biraz..
Güneşte kırgın.. Bulutların ardında gizleniyor sanki göremezmişiz gibi onu..
Belkide bol güneşli günlerimizi geri bırakıp melankolik bi hava oluşunca anımsadığımdandır..
Sabah servisle işe gelirken uyumak yerine gökyüzünü seyrettim..
Kah bir kadın figürü çıktı kah bir hayvan.. Film sahnelerinden hatırladığım kareler yerleşti gözümün önüne.. 
Bir şairin resmettiği bir şiir gibiydi.. 
Baktıkça bakmak geliyordu içimden.. Belki elimi uzatsam benide çekip yanlarına alacaklardı..
Evden adımımı atar atmaz gökyüzünün bugünkü oyunlarına dahil olmam gerektiğini ve bu satırları kesinlikle yazmam gerektiğini hatırlattım kendime..
Zaman öyle hızlı akıyor ki Eylül ayına vardığımızı bile anca bugün anlayabildim.
( Ondan sonra kaç sonbahar gelmişti? )
Doğru, yağmuru sevmiyorum.. Hatta böyle havaları da.. Lakin bu havalar insana yaşadığını hissetirebildiğini düşünüyorum..
Toprak kokusu gibi..
Bir yandan çalan Joy Türk'ün eskileri yad edercesine çaldığı en hoş tınıları..
İçine işletiyor kendini gün.. Sanki herşey sizi o güne çekmek için aynı senkronda hareket ediyor..
Yazın neşesini unutup o hüzünlü havada koybolmak istiyorum  böyle anlarda..
Yağmur yağmasın.. Hafif bir rüzgar essin.. Güneş saklanıp kendini ara sıra göstersin.. Müzik eşliğinde toprak kokusu gelsin mesela..
Bulutlarla elele dans edebilelim..
Bugün böyle olsun.. Yarın güneş açsın..
Kalbe giren hüzün sızsın ki tüm kalbi sarmasın..
Derin derin işlemeden ruha kıyısında dolanmalı..
Evet, evet bugünde böyle olmalı...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Kaç Saniye Sen..!

Gözlerimi yumduğumda o ana gidiyorum sanki.. 
Çekiliyorum ona doğru..
Çok gerçekçi bir silüet tüm zamanlardan kopup gelmiş gibi..
Gülerken ağlayabilmek kadar doğal..
Kalbimin yerinden çıkmak için deli gibi attığı, kulaklarımdaki sessiz uğultuya büründüğü bir yerde mıhlanıp kaldım..
Masalın baş kahramanı sahneye gelip herkesi büyüledi..
Dudaklarımda birleştiğinde gökyüzüydüm sanki.. 
Bulut bendim.. 
Kıskanan güneş yine ben..
Düz bir yayla, sessizce kıyaya vuran dalgalardım.. Toprak kokuyordum..
Hırçın rüzgar kadar huzurdum aslında..
Yayılan yasemin kokusundaydım..
Doğanın tüm renkleri arasında deli gibi kanat çırpan bir kuştum..
Ruhum özgür, kalbim tutsaktı...
Tüm mevsimler o saniyelerdeydi.. 
Baharın ilki ve son demi.. Kavurucu güneşin aksine dimdik durmanı sağlayan karın ahengi...
Şarkıyı fısıldıyorlar..  

"So she ran away in her sleep.. And dreamed of para- para- paradise..
Para- para- paradise..Para- para- paradise... Every time she closed her eyes.."


Küçücük bir çerçeve kadar bir şeydi hepsi.. 
Görünen resmin aslında silikleşmiş bir fotoğraf karesinden ibrat olması.. Hiç varolmamış gibi işte...
Gözlerimi açtığımdaherşey aslında kalabalık bir cadde, buharlaşmış bir camdan ibaretti..
Koşturan insanlar her zaman ki çılgınca yeştişemedikleri hayatlarına zamanla yarışırcasına telaşlılar yine.
Aslında var ya işte; işte hepsi buydu...
Topu topu bir kaç saniyelik SENLİK... 




14 Ağustos 2014 Perşembe

Kısa Devre.

Hayatı bazen çok mu ciddiye alıyorum .... Ne dersin blog?


Yoksa sorun bende değil mi ?


İnsanların bazen sorduğu o garip sorular gibi oldu;  
"Geldin mi?" 
"Hayır gelmedim daha.Yanıtıda telepati yoluyla veriyorum."
 
Ciddi birşey söylersiniz. Mesela bir yakınınızı kaybettiniz yada herhangi bir ölüm haberi verdiniz;
"Sahiden mi?" yada "Ciddimisin"

"Yok şakacıtan. Huy işte, kafama göre ölüm haberleri yayarım."


Yok yok fazla ciddi bunlar...

12 Ağustos 2014 Salı

Başlayamamak İşte Bütün Mesele Bu.

Başlamak ve bitirmek istediğimiz bi sürü şey var hayatımızda.. 
Kafasından geçenleri anlatmakta başarsızlıkta birinciyim.. Bu nasıl bir giriştir Yazıya başlayacağım ama ortamala 10 dk dır hangi cümle ile başlamam gerektiğini bulamadım.. Hayatın bi çok dalında sonunculuk derecesi bile alamıyorum. Buda onlardan biri işte: BAŞLAYAMAMAK..

Bu  27 yaş sendorumuna benzer bi sendrom yaşamak istiyorum.. Tüm anlatmak istediğim buydu aslında ama dolambaçla nasıl bağlasam diye kıvranıyorum.. :)

Neden istiyoruma gelelim...  Hani belki "ölebilirim" fikriyatına kapılırsam kendime şöyle en uzunundan "ölmeden önce mutlaka yapmam gerekenler" listesi yaparım diyorum..( Sendroma çok bel bağladım bildiğiniz gibi değil... ^^ )
Hani hep sonra diye ertelediğim o tonla şeylerin üzerinden 6 sene geçti.. Daha kaç 6 sene daha geçiricem kimbilir..

Böyle olunca iş aklıma Jack Nicholson ve Morgan Freeman'ın oynadığı 'Şimdi Yada Asla' filmi geldi.. İkisininde hayatı bambaşka ama ortak noktaları var.. Öleceklerinin farkındalar ve yapamadıkları bir sürü şey var..

Ya yaparlar yada yapamadan ölürler.. Neyimi? Tabikide o uzun listeyi...

Bazı filmler insana lekesini bulaştırır.. Bu film gibi işte...

"Hani bekleme ölmeyi de gidip al o listedeki herşeyi.. Biraz cesur ol birazda inançlı.. İnan kendine.. Sen başarabilir ve yapabilirsin herşeye rağmen.. Çok geç kalmadan yap..! "

Bu tip telkinler nedense doğum günü arifelerimde gelmeyi pek bi sever oldular.. Sanırım 27 yaşa denk gelmesi de nasıl desem tesadüf mü? Yani korkulacak bir yaş vesselam..  (Hem her sene de hemde 27 yaşa bağla.. İyice cızıttımmm.. )

 
Ufak bi derleme yapmışlar... Ürkütücü değil mi sizcede?
 
Biliyorum her zamanki gibi gene abartıyorum lakin Dünya nüfusunun 7milyar olduğunu düşünürsek 27 yaşında vefat edebilecek insan rakamının içine müdahil olabilme olasılığımın 7 milyarda 1 e eşitlesem sıra bana gelene kadar sıyarabilirim sanırım.. Peki ya sıyıramazsam? 
Berbat ötesi olan ve hiçbir zaman işimde ne işe yarayacağını kavrayamadığım ama sonralarında ateşkes yaptığımız istatistik dersinden çok zor geçmiş olduğumuda anlamış bulunmaktasınız.. Heeeey zamane geçmişim o vakitler olaydı bu olasılık sorusunu çözmek için uğraşırdım.. Ciddennn .. :) :D  
 
(İnanmadık :D )
 
Yani istatistik kötü olunca 27 yaş es geçmeyebilir.. Bende bu kör talih varken üstelik.. Biri şans küpemi almış belki bulursam şansım artar.. :P :)
 
Neyse sonuç itibariyle başarısızlığın entemel sonucu olarak ertelemeye ve cesaete bağlıyorum.. Biraz cesaretim olsa belki çok daha başka, bambaşka olur..
Düşünme çok düşünme... Ommmmmmm......!!! 

 
 

7 Ağustos 2014 Perşembe

Ne Demiştik: Nefes Almak Gerek.. Beklememek Gidip Almak Gerek.

Çok değil bundan 10 sene önceki herhangi bir reklamı bir müzik sayesinde içinde geçen metaları hatırlayabilmek bazen kendim için çok fazla diyorum..
Fil hafızalı biri olmadım hiçbir zaman..
Sanırım tek yaptığım görsel açıdan zihnime kazıyabilmek.. Sınavlara çalışırkende notlarımın kenarlarına, kitaptaki önemli bulduğum paragrafların yanlarına yada herhangi bi yerine bişiler çizerdim..

Çiçek böcek bi figür yada bi çizgi film kahramanı, abuk sabuk karalamalar yapardım..
Ve çalıştığım her ne ise zihnime o çizdiklerimle yerleştirir sınavda aklıma gelmelerini öyle sağlardım..
Esasen ezber sorunu olan biri değilimdir fakat bilgi çabuk unutulan birşey belkide bundan korktuğum içindir bu kullandığım yöntem..
Başlarda ne yaptığımı bilmeden yapardım.. Sonraları fark ettiğimse görselliğin zihindeki algısı daha kolay ve kalıcı olduğuydu..

Tabi dersleri düşündüğünüzde tekrar yapmakta şart..
Görsellik denince aklıma yoldan geçen birini tanımam ve tanıdığım anda kişinin adını hatırlayamamak geliyor..

Yüzleri asla unutmam.. Üzerinden kaç sene geçmiş bile olsa.. İsimler her daim siliktir..
Şimdilerde bilgi dağarcığımı düşündüğümde kendimi kötü hissediyorum.. Bu hissin akabinde görselliklere bağladığım bir çok şey yok olmuş gibiler.. Belkide bildiğim ve hani derler ya tırnakla kazıyıp edindiğin herşeyi bi anda bırakmak gibi bir durum yaşıyorum son günlerde..
İçimde, zihnimde boşluk var..

Özel hayatım için bile yormaz oldum artık onu.. Rüzgar bile yok..
Bazen kendimi kelimeleri karıştırarak söylerken buluyorum.. Bu komik bir durum oluşturuyor fakat beni çok rahatsız etmeye başladı..
Düzgün bir Türkçem şahane bir diksiyonum olduğu söylenemez ama en azından dikkat ederek hareket ederdim.. Şimdiler de "lübülüuııyuuyy" gibi şeyler çıkmaya başladı..
En basiti 'bordro' diyememeye başladım 'bordo' diye anlaşılan bir ses çıkınca tavan tepeme düşüyor gibi oluyor..

Hayatımda bi çok değişiklik oldu.. Ama hala aynı monotonluklarım ve eskilerimle takılıyorum..
Sanırım dur demek şart bu gidişe.. 
Kabuk kırmakta hiç görüldüğü kadar basit değilmiş..
Birincisi en önemli malzeme "PARA" ! 
Aklımda yapmayı planladığım bi ton şey için hemde.. Doyumsuz bi şekilde onlara adım atıp yapabilmeyi arzuluyorum son zamanlarda..

İlk adımlar her daim zordur.. Ama hayat kurtarırlar, farklılaştırırlar..
Uzun uzun bir gün yazmak istiyorum düşlerimi.. Gerçek olmaları için çok geç belki ama hayali bile hoş..
Benim gibi basit biri için çok fazlalar.. Ve benim gibi yerinde durmaktan hoşlanmayan, gerçekçi olan biri içinde çok can sıkıcı yapamamış bir adım atamamış olmak..
Sormayın bu aralar hallerimi..
Deli rüzgarda, başı boş ama saplantılı bir ateşim..



Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !