İnsan neden tutturamaz bir türlü mutluluğu tam 12’den?
Google’a ‘Mutluluk’
yazdığımda yığınlarca sonuç çıktı karşıma.
İlk çıkan ise tanımıydı.
Hani okullarda kitaplarımızda konuların ilk girişlerinde
bulunanlar gibi işte, tanım: Kimileri mutluluğu maddi
alanda, kimileri manevi alanda, kimileri ise hem maddi hem manevi alanda
edinilebilecek bir ruhsal hal olarak ele almışlardır.
Yani
Sabancı’nın torunu olmasam da maddi açıdan dışarıda bir çok insan gibi
asgari ücretle çalışmıyor, ev geçindirmekle uğraşmayan biri olarak mutlu
olmalıyım..
Manevi olarak derseniz, evet son zamanlarda
çok sıkıcı bir sosyal hayatım olsa dahi ailem, dostlarım var... Ve sevdiğim bir çok
şeyi elde edebilen, edebilecek biriyim..
Yani küçük şeylerle bile misal, ‘çikolata’
bile mutlu edebilirken beni ne oluyor da bir anda kendimi koca bir mutsuzluk
çukurunda buluyorum.
Ee, sağlığımda yerinde.. Duyabiliyor,
konuşabiliyor görebiliyorum.. Sorun ne peki?
Bu koşullarda insan neden hala mutsuz
olabilir ki..
İnsanoğlu doyumsuzdur derler %1500 buna katılıyorum.
Hatta sonsuz bir doyumsuzlukla çarpar tüm vücudu.
Ama bu bir noktada son bulmalı.. Yani buluyordur elbet değil
mi?
Her güzel şey bir gün biter, ee kötülerde bitmeli yanlış
mıyım?
Bunları bilmek beni mutlu ediyor mu? –HAYIR !
Ne maddi ne manevi mutlu değilim !
Ve konuştuğum hiç kimse mutlu değil..
He, istisnalar kaideyi bozmaz diye de şahane bir sözümüz var
ya onları katmıyorum bu ‘Mutsuzluk Senfonisi’ne.
Ama biliyoruz kimse tam 12’den vuramıyorum mutluluğu.
Yakasına yapışıp sonsuza dek orada durması gerektiğini milyonlarca kez
söyleseniz de durmuyor işte meret !
Ben en iyisi kimseyi kendi mutsuzluğumla da mutsuz etmeyeyim…
Ne kadar iç açıcı bir gün değil mi, bol mutlu günlere…