İnsan bazen görür ya hani birini yolda .. Cok
uzaklardan gelmiş gibi hayatına. Aslında uzun zamandır hayatinda olmuş
ama hic olmamış gibi .. Cok tanıdık cok yakın .. Ama bi o kadar uzak ..
Dolar ya insanın içine koca bir hüzün .. Öyle bisi iste .. Özlemek gibi
bisi .. Eski gibi, eskitilmis kenarı itilmiş gibi bisi .. Unutulmus ama
unutulmamış bi sürü şey gibi . Öyle gibi iste .. Öyle gibi ..
Günlerdir beklediğim bir filmdi "Kelebeğin Rüyası" ..
İzleyebilmek ise ayrı bir keyifti benim için.. Öylesine kötü filmler giriyor ki bazen vizyona bu film bu kadar beklemiş olmama değdi.. Uzun zamandır vizyonda izleyebildiğim en güzel film..
İzleyende izler bırakabiliyor.. Ve bir dönem filmi.. Türkiye'nin ortak bir gerçeğini anlatan harika bir yapıt olmuş..
Yılmaz Erdoğan dendiğinde kesinlikle önce bir düşünmek gerek bence, çünkü cidden iyi bir film izleyeceğinizin kanıtı gibi bir durum oluşuyor insanın kafasında..
Kendisindeki şairlik ve o içindeki tutkuyu bu filmede öyle bir yansıtmış ki film bittikten sonra düşünüyorsunuz "En son ne zaman şiir okudum" "en son ne zaman bir şairin kitabını aldım.."
Peki sizde benim gibi şaşırırmısınız bilmiyorum ben bu filmde Türkiye'nin bambaşka bir gerçeğini keşfettim..
1940 lı yıllardaki kömür ihtiyacını karşılayabilmek için Zonguldak'ta "mükellefiyet yasası" çıkarılmış.. 15-50 yaş arası belli aralıklarla çalışma zorunluluğu varmış.. Bildiğiniz jandarmalar eşliğinde, kelepçeler takılarak zorla yapılan bir uygulama.. O sahneleri izlediğiniz vakit şimdiki milli ve insancıl duygularınız ağırlığında şunu diyorsunuz kendinize "nasıl olur böyle bir şey bu insanlık dışı!" O denli bir baskı mevcut..
Yeni yeni ayağa kalkmaya çalışan bir ülke ve borçlarını kapatabilme uğruna getirilmiş bir "İş mükellifiyeti" ..
Düşündürücü..
Feci bir şekilde düşündürücü..
Şimdiki imkanları ve koşulları düşündüğünüzde..
Böyle bir zamanı düşünün.. Açlık, geçinmenin zor olduğu.. Hastalıkların daha yıpratıcı ve ölümcül oldukları bir dönem..
Böyle bir dönem içinde yetişen iki genç şair..
Hastayken bile aşkın, şiirin, tutkunun ve inandıklarınız uğruna savaşmanın ne demek olduğunu dibine kadar anlatan gerçek bir hikaye...
"Bütün dünya savaşırken bu kadar güzel olmak doğru mu?" diye başlayan bir aşk..
İki şairi daha çok iteleyen, inandıran bir güzellik..
"Aşk en güzel bahanesidir şiirin "
"Sen, eski bir sevda şiirisin Bir koku var sende Sıcak yaz akşamlarına mahsus Ellerinde mi Saçlarında mı Gözlerinde mi Bilmem Bir koku var sende Sıcak yaz akşamlarına mahsus."
Muzaffer Tayyip Uslu
Zaman zaman gülümseyeceğiniz, zaman zamanda duygulara boğacak bir film..
İçimdeki bambaşka bir derinliğe salıverdi beni..
Hani hayallerimiz vardır ya çoğu zaman peşinden koşamadığımız, bir yerlerde unuttuğumuz, düşürüp tekrar alıp cebimize koyamadıklarımız işte onları getirip yerleştirdi avuçlarımın içine..
Yaptığınıza inanmak.. Her koşulda ve ne durumda olursanız olun pes etmemek..
"Çinli bir bilge rüyasında kelebek olduğunu görür ve uyanınca kendi
kendine şöyle sorar: rüyasında kelebek olduğunu gören bir adam mıyım
yoksa kendini adam olarak düşleyen bir kelebek mi?"
Sizce siz hangisisiniz? Kelebek mi bilge mi?
Behçet Necatigil'in öğrencileri Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun gerçek yaşamlarından çıkarılmış bir film... Veremden genç yaşta hayatlarını yitiren iki genç şair..
Behçet Necatigil onlara yazın dedi ne olursa yazın..
Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ.. İnanılmaz bir oyunculukla o dönemi öyle bir anlatıyorlarki size izlerken yaşayacaksınız.. (Eklemeden edemeyeceğim baş karakterlerin rol için verdikleri kilo ve her mimik hareketleri olsun takdire şayan..)
Gidin izleyin..
Eminimki hepiniz kendinize birer parça birşeyler ekleyeceğinizi düşünüyorum..
Her gün birer an yaşıyoruz.. Ama çoğunu kenarı atmak yerine orda yaşayıp tüketiyoruz.. Aklımıza gelmiyor bir daha, belleğimize yazmıyoruz çünkü onları.. Sıradan an'lar onlar..
Öyle an'lar da var ki hafızamızın en can alıcı noktasına mıhlanp kalıyor.. Sökmek istesek sökemiyoruz.. Gerçekten sökmek istediğimiz ise bir muamma..
- Anılar topluyorum.. Gittiğim her yerde attığım her adımda... Baktığım her yerde..
Hafızam bana oyun oynar gibi bir yığın an'ı önüme seriyor.. Dalga geçer gibi gülümsüyor, ağlıyor kalbimi hırpalıyor..
An'lar topluyorum.. Minik tebessümler, göğü kıskandıran büyük kahkalar var.. Kısa bakış anlarım..
Burukluklarım da var anılarımda.. Mutluluklar kadar hemde... Cümlelerimin sonuna eklediğim iki noktada, ardı arkasına sıraladığım üç noktada bile..
Artık keşkelerimde var, umutsuzluklarımda da sonsuz an'lar yüklü.. Kararsız, huzursuz anılarım hep orada...
Geçen senelerde bir sürü an'ı topladım...
Hala topluyorum, önüme seriliyorlar öylece bakıyorum, bakıyorum...
Sadece susuyorum..
"İçime sıcacık bir duygu yerleşiveriyor.. Suyu içtiğinizde boğazınızdan miğdenize kadar ki o anı hisseder gibi yavaşça iniyor belliğimden... Damarlarımde hareket ettiğini hissediyorum...
Tüm vucudumun an'a duydugu o tepki içimdeki o ürperme, yüzümden enseme doğru dolanan o soğukluk, kulağımdaki uğultuyla birlikte gözlerime doluyor.. Tüylerimi diken diken ediyor.. Sol yanıma vardığında kalbimde yeşeriyor tatlı yumuşacık bir sıcaklık..
Uzun değil, hiç uzun değil kısacık bir an.. Unutmaya yüz tutan belkide çoktan unuttuğum kısacık bir an.. Gelip yerleşiyor.. Kaçıyorum herşeyden ve herkesden.. Kimse almasın diye, dokunamasın döküp saçamasın diye..."
Ben anı toplarım.. An'ılar.. İyi, kötü hepsini toplarım.. Silemem, yırtıp atamam.. Kıramam..
Ben anı toplarım.. An'ılar.. Bir sürü an'ılar... Küçücükler ama benimler.. Benim olan tek şeyler..
"Konuşmamak ne iyi, bir bilsen.
İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor.
Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor."
Hani bir an gelir değil dört duvar arasına sığışmak kendi kafanızın içine dahi sığamazsınız..
Hani bir an da olur ki feci bir ferahlama hissi ile aydınlanırsınız..
Duygularınız, içinde bulunduğunuz o dört duvar.. Öyle tanıdık gelir ki o dört duvar size, ilk hissettiğiniz gibi arkanıza bakmadan bırakıp gitmek istediğiniz o yerle aynı yerdir üstelik..
Hani hep o ilk 24 saat çok önemlidir ya, onun gibi bişey...
İlk 24 saat zorlar.. Zorlar... Zorlar...
Sonra o koma halinden yavaşça çıkmaya başladığınızda herşey berraklaşır, hafifler, dahada netleşir.. Huzur iner, karanlık sis kaybolurken ışık doğar birden.. O ışığın huzurlu kollarına atmak için can atar bir yan, bir yanda aksi yöne çekmek için elinden geleni yapar..
Dinerç gösterir bir yan, diğer yan çoktan pes etmş bayrağı indirmiştir oysa..
Ama bir tatlıdır ki o ferahlama hissi..
Hani sürekli kaşınan bir yaranın tatlı tatlı kaşınması gibi... Yaraya vereceğiniz zararı düşünmeden kaşırız kaşırız... Sonra mı yara büyür büyür... Geçmez mi elbet geçer fakat yeri hep bakidir.. Kocaman belli belirsiz koyu bir pembelik bırakır..
Öyle işte..
Hayat böyle nefes almaktan ibaret olsa keşke diyorum.. Nötr, sıfır his sıfır düşünce...
O ilk 24 saati hiç yaşamasak, mesela..
Atlattık bitti dediğin anda bir daha tekrarlamasa, mesela..
Mesela diyorum ki; o sise hiç dolanmasak bol ışıklı bol huzurlu olsa herşey..
Sıkıcı olsa işte böyle hayat..
Hep mutlu hep isteksiz..
Net bir şekilde..
Nötr olsa, mesela...
Mesela diyorum, sadece beden olarak yaşasak... İyi olmaz mıydı..?
"Neredeyse kar başlar.
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Isıtabilirsin onları. O ateşte.
Hazırsın da. Biliyorum. Ama
Sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi."
Hep derim delinin biri bir taş atmış hepimizden peşinden koşmuşuz..
Aslında 14 Şubat Sevgililerin Günü olarak doğmamış.. Muhtemelen bugünün değişmesinde zekası ticarete işleyen biri tarafından değişime uğratılmış.. En azından ben senelerdir bunu savunurum..
Yani "günler" sadece para harcanacağını bildiğiniz günlerdir.. Yani benim teorime göre bir kişiyi seviyor ve ona"yar" olarak bakıyor elini tutup tüm sevginizi dile getirmek istediğiniz biri ise zaten her gün sizin olmalı bir gün değil.. İçinizden geliyorsa ona her gün hediyeler verebilmelisiniz.. Senede birgün değil yani...
Evet, günleri hatırlarım.. Kutlarımda ama bir çok kişi benim gibi düşünmediğinden ve böyle günlerde hatırlanılmaktan hoşlanırız bu sebeple..
Gelelim 14 şubat nerden gelmiş.. Aslında bir çok kişi bilmez nereden gelmiş diye.. Bakınız;
Yani sevgili "Vikipedi'den" gayette açıklayıcı bir durum bu.. Valentine kelimesi sevgi, hoşlanılan kişi anlamına gelmekteymiş.. Ve Amerikalı Esther'de buradan yola çıkarak farklı bir boyut katmış görünüyor...
Ee ne diyelim.. Madem böyle gelmiş böyle devam edecek, banada Sevgililer gününüzü kutlamak düşer.. :)
Delice açan papatya .. Mevsim kış, soğuk ve nemli .. Oysa ki yazdir onun mevsimi .. Ne buyuk bir cesarettir ki mevsimsiz acmak .. Bu denli guzel olup dimdik yasama tutunmak, inadına tüm yapraklarını acmak .. Nasıl bir cesarettir sendeki .. Bir parça alabilsem senden o cesareti ..
Işık hep tepelerden doğar.. Gökyüzü ile yeryüzünün bitiminde son bulur..
Ertesi gün yine doğar.. Umut ışık demektir.. Işık umudu müjdelerken,
silmek için batmaz her gün batımında.. ışıkta yalnızdır.. koybolup
gitmeside.. Umut ise kalabalıklarla doludur.. İnsan tektir.. Yalnız
doğmadıkmı.. Tek ve yalnız.. Tek başına olmakta yalnızlıktır.. t.a.
Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak...
Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz...
Sokağa fırlayacaksınız...
Sokaklar da dar gelecek...
Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi...
Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl
gökyüzü...
Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar
küçüleceksiniz...
Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan...
‘‘Önemli olan sağlık.''
"Yaşamak güzel.''
‘‘Boşver, her şey unutulur.''
Siz hiçbirini duymayacaksınız...
Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz.
O'ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek
isteyecek kadar çok seveceksiniz...
Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz...
‘‘Ölüme çare bulundu'' ya da ‘‘Yarın kıyamet kopacakmış'' deseler başınızı
kaldırıp ‘‘Ne dedin?'' diye sormayacaksınız...
Yalnız kalmak isteyeceksiniz...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
İkisi de yetmeyecek.
Geçmişi düşüneceksiniz... Neredeyse dakika dakika... Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz... Gittiğiniz yerlere
gitmek...
Bu size hiç iyi gelmeyecek... Ama bile bile yapacaksınız.
Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız... Aslında
kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak için direneceksiniz.
Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz...
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz...
Herkesi ona benzetip...
Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız...
Hiçbir şey oyalamayacak sizi...
İlaçlara sığınacaksınız... Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu
unutturmayan... Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek... Boğazınız düğümlenecek,
dinleyemeyeceksiniz...
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
Sabahı iple çekeceksiniz... Bazen de ‘‘Hiç güneş doğmasa'' diyeceksiniz.
Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak
isteyeceksiniz... Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz... Her sıçrayarak
uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz...
Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz... Aramayacağını bile bile... Her
çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek... Ağlamaklı konuşacaksınız
arayanlarla...
Yüreğiniz burkulacak...
Canınız yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz.
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız... Defalarca aradığı
günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz...
Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz... Onunla hiçbir anınızın olmadığı
bir yerlere gidip yerleşmek...
Ama bir umut... Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu... Bu umut sizi
gitmekten alıkoyacak...
Gel gitler içinde yaşayacaksınız...
Buna yaşamak denirse...
Hiç -
Bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatindan
sonsuza kadar çikartmak zorunda kaldin mi hiç? Hani ölmüs gibi, hani
uzatsan da elini tutamayacagini bilmek gibi, her an kapindan içeri
gülümseyerek girecegini bekleyip ama aslinda hiç gelemeyecegini de
bilmen gibi. Ne zor sey degil mi ölmedigini bilmek , ama ölmüs gibi
ulasilmaz olmasi artik o insanin sana, ne kadar katlanilmaz
bir gerçek degil mi sen hala bu kadar sevgili iken? Özlemek, bu kadar
özlemek, etini kemigini yakarcasina özlemek... çok kötü degil mi? Bu
kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu isitememek , artik
sonunun "Pi" hali degil mi? Biliyorsun degil mi? Ne kadar umutsuz bir
arayistir o, kalabalik caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez
daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldirimdan diye
düsünmek, belki su an arkamda yürüyen insanlarin içinde bir yerde demek,
belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yasamak ne zordur
degil mi? Ne kadar eritir insani farketmeden. Sende biliyorsun degil mi
bunlari.? Bir sinema koltugunda sende iki kisi gibi oturdun mu hiç? Hiç
iki kisi gibi zevk aldin mi bir konserden yalniz basina. Güzel bir kafe
kesfettiginde, güzel bir film seyrettiginde, güzel bir sarki
dinlediginde güzellikleri oraninda eksik kaldiklarini hissettin mi
paylasamadigin için onunla. Bir barin kalabaliginda hiç yarim vücudunla
sallandin mi ortada? Hiç iki kisilik beyninle yarim insan olabildin mi? Baktiginda aynana sadece yüzünün bir yarisini gördügün oldu mu hiç? Sana
hayatindaki en büyük yoksunlugu yasatandan nefret edemedigin zamanlar
oldu mu hiç? Gözünün içine baka baka kolunu bacagini kesen bir insanin
yüzüne sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildigin zamanlaroldu mu hiç? Hayatta inandigin bütün degerlerini altüst eden birisine ask siirleri
yazabildin mi? Onu içinde korumanin seni yok etmek oldugu zamanlara feda
oldun mu hiç? İçinde aglayan çocuga umut sarkilari söyleyemedigin,
özlemini, susuzlugunu, açligini gideremedigin zamanlar oldu mu hiç? Kanayan yarasini gördügün ama merhem olamadigin zamanlar. Gücünün, hani o
tanrisal gücünün bir çocugun aglamasini susturamayacak kadar oldugunu
gördügün zamanlar oldu mu hiç? Hiiiiiiiç.... Hiiç... hiç... bir hiç...