25 Mart 2013 Pazartesi

Ben Nam-ı Diğer "Tubi"

İnsan kendini hangi cümleler ile anlatabilir..
Hani üye olduğumuz bir çok sitede vardır ya bu "hakkınızda" diye bir bölüm.. Benim o bölümü dolduracak cümlelerimin olmadığını fark ettim..
Oturup düşünüyorum bir kaç gündür..
Kimim ben ?
Hakkımda dediğinde aklıma okul eğitimi, işim yaşım gözüm saçım mı gelmeli..
İdaelleri midir yoksa bu hakkımdaki anlatılmak istenenler...
Ben en güzel "hakkımda" kısmının bu blog olduğunu düşünüyorum...
Ne yediğim ne giydiğim, neleri sevdiğim kimi neden ilgilendirip merak ettirsin onuda anlamış değilim..
Etikete ihtiyacı varmıdır bir insanın...
Bu "hakkımda" kısmı bir etiket olarak ilgi geçmelidir sanıyorum ki..
Belkide vardır aselen bir okur olarak düşündüğümde yazarların otobiyografisinden çok kitapları üzerindeki kısa bilgilerini okurum.. İtiraf ediyorum çoğu kitabın önsöz kısmınıda okumam.. Bu bana sanki kitabı okumaktan vazgeçirecekmiş hissine kapılmamı sağlar.. Sıkıntılı bir durum bu... :)
Kendi hakkımda yazımda şöyle olsun mu; kimse sıkılmasın mesela.. Bu bendeki içgüdüsel eğilim gibi onlarda amma uzun ve sıkıcı demesin...


"Fotoğraf onun için bir tutku bir aştır.. En büyük aşk.. Yerle göklere sığdıramaz..
Yazmak ise istemsiz.. İçi gibi dolu dolu yazar.. Sitem eder.. Sevinir.. An ve an'lar peşindedir.. Fotoğraf çekmeyi sevmeside bunun gibi birşeydir..
Sinirlidir fakat perdelerini indirirse kedi gibidir.. Sevgili Recek İvedik abimizin de dediği gibi.. :) 
Belkide ondan çok sever Kedileri ne dersiniz mümkün mü ? Her yerde bulur sevecek bir kedi... Bıraksalar  bir yığın kediyi eve toplayabilir..
Çok ağlar yine ağlar hatta hep ağlar ve çok güler.. Kahkaha atmaktan korkmaz, çekinmez, lafını esirgemez.. 
Herkes gibidir.. Etten ve kemiktendir.. İnsandır.. Hastalanır, hatta 365 günün 360 günü hep hastadır...
Kıskançtır.. İnsan kendi beslediği kuşunu bile kıskanabiliyor ise abisinden o derece hastalıktır içinde bu kıskançlık..  Dostları saymayalım en iyisi.. :) Bir farkı vardır bu hastalığın onda; bunu hep içinde yaşamasıdır.. Onu, sizi kıskanması için zorlamayın o zaten bunu yapmaktadır.. Her koşulda inkar dahi etse.. :)
Hep isyankar, hep başı dik, özgür ve toz kondurmadığı gururu ile hep barışıktır... En önemlisi ise kendiyle barışıktır.. Çok sever kendini tam da kendini beğenmiş ukalanın tekidir...
Evet ! Bir megolomanda olabilir.. :)
Geçmişte değil, hala hayatında olan 'Manevi' bir dostununda dediği gibi;  hayatta her saniyesinde 'Dört mevsim gibidir' ... 
Ve hala yağmurlu havaları sevememiştir buna ramak kalmış olsa bile... :)
Kendisine göre tabiri yerinde ise tam bir 'odun' yazdıklarına bakarsak ise 'mellankolik bir romatik'tir.. Siz bu ikinci haline kanmayınız çünkü dile gelmesi için sadece yazması gerekir.. Çok canımlı cicimli pohpohlamaz ama ona yapılmasıda dozunda ise ruhuna işler.. :) Herkeste olduğu gibi...
Aptallığa tahammülü yoktur.. 
Yalanı sevmez... Küfür etmez..
İnsan seçer.. 
Kavun mu bu demeyin ! O isterse hayatını verir birine, istemezse küçük bir merhabayı bile çok görür o kişiye..
Koyu bir İZMİR'lidir.. İZMİR'li doğdu, orada doymakta.. Ve İZMİR'li olarakta ölecek.. Bu açık ve net..
Hayatının baş kahramanı ise 'Annesi' ... Bir o var bir makinesi..
Ee şimdi sıkılmadan okudysanız ki bu 'Hakkımda' kısmını ve yorumunuz bir küçük dudak kıvrımı verdiyse yüzünüzde ve zihninizde 'deli kesin ! ' demediyseniz yeniden düşünün.. 
Çünkü o bu dünyada kendini onca akıllı sanan bir çok kişi içerisinde bulunan sadece bir DELİ.. :) "

Şey, pardon !
Yazımın başında dediğim cümleyi yuttum galiba.. Ne de çok şey yazmışım.. Daha yazacaktım fakat kendimden sıkıldım.. :)
Buda benim "HAKKIMDA"  bölümüm..
Memnun oldum ben nam-ı diğer "tubi" .. Biraz uzun fakat denemenizi tavsiye eder sizleride yazmaya davet ederim...
Gönülden mutlu bir gece dilerim nede olsa günü tamamına erdirdik diymi ya :)

23 Mart 2013 Cumartesi

Ara Sıra'lara İthafen !


Eskilerde kalmış herşey nasılda nüksedebiliyor tek bir fotoğraf karesiyle bile.. Üstelik yepyeni bir 'an' karesi iken..
Tercihlerim ve vazgeçtiklerim..
Hiç bir zaman bilemeyeceğim işte onları.. 
Bıraktım çünkü onları, sonu ne olur bana ne getirir nasıl yaşarım o zamanları o vazgeçtiklerimi.. Onlara hiç şans tanımadım ki...

Pişmanlık mı bu ? 
Hepsini yaşamış olmayı dilemek bencillik mi ?

Hayatım bir küp şekermiş gibi bu an'larda.. 
Küçücük bir çay bardağı içinde ufacık beyaz bir küp.. 
Dört köşeli içine kapanık, sımsıkı böyle.. 
Sağlam.. 
Avucumda güçlükle kırabildiğim hatta kıramadığım bir taş parçası gibi... 

Tek bir farkla... 

Onu, bir sıvı beni ise; hayatın içine bırakmışlar çözülebilelim diye...
İşte! Çayın içine atıp yavaşça eriyip gitmesini izlercesine bakıyorum hayatıma...
Ne de kolay geliyor o şekeri izlerken.. 
Hızla eriyor.. Geçmiş zamana baktığımda da aynı öyle gibi..
Hızla akıp gitmiş ve bitmiş...

Ne hissettiğimi yada ne olduğunu aslında bilmiyorum.. 
Bilmekte istemiyorum zaten fakat, garipsiyorum işte ara sıra... 
Şu ara sıralar olmasa hangi aralarda yorabilirim böyle şeylere kafamı onu ise hiç bilmiyorum...

En iyisi birine sımsıkı sarılmak... (  Mesela Anneme ♥  )
Unutmayın; her şeyin başı sarılmak !
 t.a.

19 Mart 2013 Salı

Bir Tutam Kalmışlık

Günleri düşünüyorum..
Kendimi ve günlerce yaşadıklarımı..
Yaşayamayıp kendimi yiyip bitirdiklerimi..
Bitirmiş olduklarımı ve bitmeyen herşeyi..
Düşlerimde bile kuramadığım her hayali nasılda kesip attıklarını..
Düşünüyorum..
İçimi cız ettireni..
Bir zamanlar var olup şimdilerde olmayanı...
Elimin bomboş kalmış olmasını...
Zamanla herşey iyileşir, hafifler geçmeyen izidir...
Düşündüren geride kalan sadece biraz toz topraktır..
Yağmur sonrası etrafa yayılan toprak kokusu gibidir..
Nemli ve mutsuzdur alabildiğine...
Küçüktür anlık mutlulukları.. Gelir ve geçer o rügarla.. 
Alıp götürür onu derin bir uyku eşliğinde.. 
Huzurlu, huzursuz bir serzeniş gibi..
Ah! Ne kolaymış meğerse!
Herşeyi başka bir bahara açılmak üzere rafa yerleştirmek..
Zalimsin zaman.. Hayattan daha çok sen zalimsin..
Kaçtığım herşeyi alıp götürdün benden..
Oysaki ben hep olsunlar istedim.. Hep içimde kalsınlar..
Bitiyor mu gerçekten ?
Çoktan gittin mi ?
...

18 Mart 2013 Pazartesi

Bir kızım olsun benim =)

Bazen, evliliğe sıcak bakmayan 'ben gibi' biri bile şunu diyebiliyor: "Evlensem ya ben.. Bir kızım olsa sağlıkla kucağıma alsam, adını da İdil koysam.." diyebiliyormuş cidden..
Bu garip bir istek bana göre... Herkese göre normal.. 
Hem evlenmek isteme hemde minik bir 'İdil kızın' olsun isteyebilmek.. 
Durup dururken yakın dostumla (Gamze) birbirimize dile getirirz ara sıra "çocuğumuz olsun bizim yaa..."  
Onu genelde tastikler, "kızım olsun adı da İdil olsun " derim... 
Oda; "ne biçim isim o güzel değil.." der her seferinde.. Bense çok severim bu ismi... 
İdil'in anlamı bir çok.. Kimi yerlerde; yaşanmamış, saf, gerçek aşk anlamına gelir.. Kimi yerlerde bir şiir aşkı.. Bazı yerlerde cennetin kapısı olarak okumuştum.. 

(Sanki daha öncede böyle bir şey ya burada ya başka bir yerde yazmıştım.. Anımsayamadım..)


""İdil almanca, fransızca ve ingilizce gibi pek çok çeşitli batı dilinde ve bir takım bazı dünya dillerinde yer alan, çok anlamlı bir kelimedir... kimi dillerde sessiz sakin, ama her an eyleme hazır bir eylem insanı, hatta milis anlamına gelirken, bazı başka dillerde güzel kokulu, insanın unutamadığı anlamına gelmektedir... urdu dilinde teke olmakla birlikte anlamı, bu tamamı ile bir tesadüften ibarettir... slav dillerinde bir elf gibi yavaş çekim hareket eden, estetik demek iken rusçada idil sakar, hatta iki sol ayağı olan demektir... dilimizde bilinen anlamları arasında şiir gibi zevkle okunan, akıldan çıkmayan ile özlemini duyana cennetin kapılarını aralayan melek anlamlarını taşır..."" (alıntı)

Nerden çıktı da yazıyorum.. Ne bileyim içimde kalacağına yazayım dedim.. 
Genel müdürümün minik bir kızı oldu..  "Ada kız" pek tombiş pek sevimli.. O körükledi sanıyorum kii... =)
Henüz kendisi ile tanışamadım.. Daha 2 gündür bizlerle birlikte aynı havayı ciğerlerine çekmekte çünkü...
Fakat telefonuma gelen ilk fotoğraflarından biri ulaştı... Ona bakınca içim cız etti.. 
'Ahh !' Dedim.. 
Bir kız bebek.. Herşeyi ile masum dokunulmamış düşleri, çıkarsız arzuları olan minicik bir kalp.. 
İnsan hayatta bir şekilde iz bırakabilmeyi arzular hep.. Ben bu yaşıma kadar sadece kendi hayatımda izler bıraktım.. Belki benim 'İdil kızım' ardında iz bırabilsin diye ardında onun izi olurum.. Kimbilir..

Fotoğrafını eklemeyi ne çok istesemde kıyamıyorum.. Nazara inanırım çünkü.. Ya nazarım değerse? 
Değmesin.. 
Rabbim onu her kötülükten uzak tutabildiği kadar tutsun.. Mutlaka üzülecek, ağlayacak fakat gülüşleri ağlamalarından fazlaca olsun.. En güzellerinden hemde...

Hani genel bir laf vardır ya sağlıkla olsun kız erkek farketmez.. Elbette etmez.. Ancak beni maruz görün ben "İdil kızım" olsun çok istiyorum.. Erkek olursa ismi ne olur diye hiç düşünmedim mesela... Hep bir kızım olsun... Minik bir kızçem olsun.. İdil kız olsun...Öyle istiyorum.. Ne yapayım buda benim bencilliğim olsun...

Küçük bir not:
Hurafelere inanmam... Ancak paylaşmadan edemeyeceğim.. Bir kolye, bir adet yüzük ile bana kaç çocuğum ve ne olacaklarını gösteren minik bir test yaptılar.. Hayatımda bilmem böyle şeyleri... İnanmam da fakat herkes gibi yapmadan da duramam... =)
Nasıl yaptıklarına gelince; yüzüğü kolyenin içine taktı ve elimi yuvarlak yaparak bir bardak gibi tuttum.. Kolyenin ucuna takılı yüzüğü 3 kez o bardağın içine sokup çıkarttılar.. 3. tur sonunda elimi dik konumdan yatık konuma getirdim.. Yüzüğüelimin üstünde hareket etmeden dik bir şekilde tuttu.. Ve yüzük düz bir şekilde bir ileri bir geri hareket etti.. Bu ilk çocuğumun erkek olacağını gösterdiğini söyledi arkadaşım.. İkinci kez yaptığında ise yüzük durdu.. Yani tek bir çocuk ve bir oğlum olacak.. Sarma ve kısır gecesindeki tüm kızlara aynısı yapıldı.. Kendimde yaptım bir kaç arkadaşa.. Enteresan olan elim titremiyor ve yüzük ya düz yada dairesel hareket ediyor.. Yada duruyor.. ( Bu arada dairesel olursa kız demekmiş.. )  
Ne demişler fala inanma falsız kalma.. =) 
Yoksa benim tek bir çocuğa itirazım yok.. Ama kızım olsun... :) 

Herkesin gönlüne düşenin, hayatına düşmesi dileklerimle huzurulu günler...

14 Mart 2013 Perşembe

Susmak gerek ara sıra..

Soluk almak insana zor gelirmi ara sıra..
Suyun altında ne kadar istesekse alamadığımız o sıkıntı dolu dakikalar gibi.. Ki ben nefesini hiç tutmayı beceremeyen biri olarak..
Kafam içerde yüzümem mesela.. O üç kol bir nefes mevzusu.. Ölümcül derecede benim için..
Kati suretle dakikalarca bu şekilde yüzmem mümkün değil.. Fakat suyun altını severim.. Sessiz kendine has bir huzuru vardır.. Çelişkili.. Hayatım böyle çelişkilerle dolu...
İşte bir o kadar sevmek bir o kadar sevememek gibi bir duygu...
Sıkıntılı... Vahim bir durum...
Şimdi gibi.. Tek fark soluk alışım yakıyor..
Alamıyorum..
Tıkanıyorum..
Günlerdir hissizken, kendimi işime vermişken..
İnsan kendine eziyet çektirmek için her zaman birşeyler bulabiliyormuş.. Bunu başarmakta üzerime kimseyi tanımıyorum..
En baş nedenini biliyorum ama kendime bile itiraf etmekten korkuyorum..
Nasıl biri oldum ben böyle..
Hayatta neden varım hala onu bile bulabilmiş değilken ne bekliyorsa herşeyden ve herkesten...
En mühimi kendimden...
Yine karamsar bir güne merhaba demiş bulunmaktayım..
Tek umut verici şey ise; GÜNEŞ ..
Masama vuran ışığı ile sarsar gibi .. 

"Silkelen, uyan bin yıllık uykundan kara bulutlarından kurtul.. !  Çalan şarkıya eşlik et.. Derin derin solu onu... Dök bütün tozlanmış satır aralarındaki karalanmışlıklardan.. Paslanmış, kırık dökük, susamış, hapsedilmiş düşsüz bırakılmış umutlarını sev yücelt" der gibi... Gibi...

Mutlu günler...

11 Mart 2013 Pazartesi

Mahşer-i Cümbüş'lü Pazar :) "Mutlu günler"




Mahşer-i Cümbüş...
Bu ekibi Türkiye'de bilmeyen yoktur sanırım..
Kendileri bir çok kez İzmir'e geldiler ancak hiç fırsat bulupta sahnede izleme keyfine erişememiştim.. Ta ki düne kadar..
Bildiğiniz gibi gurup doğaçlama tiyatro yapmaktadırlar.. Tiyatro sporu ve beyin fırtınası..
Cidden uzaktan göründüğü kadar kolay olmadığı aşikar.. Hem güldürmek hemde izleyiciyi kendine bağlamak zor şey olsa gerek..
Ancak bunu bu ekip ciddi anlamda başarıyor.. Nasip kısmet olursa eğer bir gün onları kendi sahnelerinde Hayalsahnesi'nde de izleme şerefinede erişirim.. Bakalım..
Birazcık Tiyarto sporunun ne olduğuna baktığınız vakit bilindiği üzere kesinlikle doğaçlama tiyatrodan doğmasıdır.. Öyle tiyatroda karartılmış bir sahnede sessiz sedasız izlemiyorsunuz.. Sizde onlara katılarak oyunun seyrini etkileyebilirsiniz.. Birazcık alıntı yaparak;

"Tiyatro Sporu gösterisinde spontane düşünme ve canlandırma, yanılsamayı kırma, kara mizah, ironi gibi unsurlar esastır. Özel bir Kostüm olmadan oyuncular gündelik kıyafetleri ile sahnede yer alırlar. Çıplak sahne oyuncunun ve seyircinin hayal gücü ile şekillenir. Seyici oyuncudan kopuk, karanlık salonda görünmez silüetler değil oyuncunun her an dokunabildiği, hissettiği ve onun gücünden yararlandığı sahne arkadaşıdır. Tiyatro Sporu gösterisi seyirciyle birlikte bir "oyun" un oluşturulmasını sağlar.
Tiyatro Sporu gösterisi asla tekrar etmez. Her şey o oyuna ve o seyirciye özeldir. Bu sebeple her oyun birbirinden farklıdır."

                                                    (Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi)

Belkide en güzeli şu farklılık arka arkaya 3 gösteriye dahi girsem herhalde sıkılmam.. :) Birbirinden bağımsız bambaşka gösteriler... Ve bol kahkaha.. Bolcana zeka... İyi tiyatrocular... Daha ne olsun.. :)
Bu gösteri türünde (tiyatro türünde) Mahşer-i Cümbüş ( http://www.tiyatrosporu.com )Türkiye'de öncülerindendir..
Ve kesinlikle şiddet ve büyük bir hiddetle tavsiye edilir.. Ve tavsiyem de şudur ki , uzaktan izlemeyin sizde eşlik edip katkıda bulunun ortaya harika şeyler çıkabilmekte.. Belkide sahnede sizde onlara eşlik edebilirsiniz.. Ben denedim sizede tavsiyelerimle iletiyorum.. Harika bir duygu... :)
Mutlu sabahlar... İyi bir hafta dilerim herkesleree .. :)

9 Mart 2013 Cumartesi

Başlık yok !


Bir kaç cümle yazasım var fakat yazmakta istemiyorum...
En iyisi bir şarkı paylaşıp günü selamlamak...
Mutlu günler...






8 Mart 2013 Cuma

Çok; Doğru Tek Değişmeyen Değişimin Kendisi...

Ne çabuk değişiyor her şey..
Geçmişi düşünürken buluyorum ara sıra kendimi..
Özlediğim öyle çok şey varmış ki şaşıyorum buna...
Alışkanlıklarım.. Sevdiklerim ve sevmediklerim, hepsini bıraktığımdan beri öyle duruyorlarmış yerlerinde..
Bir daha yapamayacağım şeyler onlar.. 
Son zamanlarda fazla düşünür oldum nedense.. Kendimi koca bir yalnızlık dolabına kitlemiş gibi hissediyorum..
Herşey bu kadar çabuk değişirmi.? 
Değişebilirmiş..
Ne demişti Yunan Filozofu...." Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir..."  (Herakleitos)
Çok; Doğru Tek Değişmeyen Değişimin Kendisi...
Güvenmememk gerek hiç birşeye herşey birer yansıma sadece o kadar...

8 MART EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ'MÜZ KUTLU OLSUN..



"8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisi getirildi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi."

Tüm kadınların günü kutlu olsun.. Hayatının her anında her yerinde emeklerini sarfeden tüm kadınlar...

6 Mart 2013 Çarşamba

Mutlu , Sevecen bir gün olsun.. Lütfen ol olur mu.. =)

İnsanları anlamak üzerine düşündüğüm vakit hani "bariz, net" dendiği anlarda bile tereddüte düşüyorum..
Anlayamıyorum.. Belli olan birşey apaçık ortada iken bile.. 
Kullanıldığım hissine kapılıyorum.. Sonra saçmalıdığımı düşünüp savıyorum.. Acaba diyorum.? Ve tekrar aynı duyguları başa sarıp duruyorum.. 
Kullanıldığım kesin.. Güven duygum ve güvenmemek arasındaki gelgitlerim işte onlarda kesin ve net..
Ee peki, derdim nedir benim..!
Bu kadar kesinken neden hala üzerine gidiyorum ki...
Hata yapmayı seviyorum sanırım.. Ve en büyük problemim; "GÜVENİYORUM" 
Güvenmiyorum desem bile üstelik...
Her gün aynı şeyi kendime empoze etsem dahi vazgeçmeyeceğim aşikar..
O zaman canımın yanmasına daha az üzülmem gerek.. Bu da net bir sonuç işte..
Aldığım kararlardan dönmek gibi bir adet edindim son zamanlarda..
Buna neden olansa, "Umut" .. Küçücük bir vakitte, bir anlık içime dolan o "Umut" ..
Bazı şeylerde bunuda silmeliyim.. Pişman olmamak için, üzülmemek için.. Kırılmış kalbimi dahada dağıtmamak için..
Ah! Bide bunu anlatabilsem.. Nerde...
Mutlu , Sevecen bir gün olsun.. Ne kadar kaçmak istesemde "Umutla" dolu olsun.. Ama buna değsin, üzmesin gerçekten umud ettikleriniz içinizdeki hislerle birebir eş olsun..
Gününüz apaydınlık olsun, bir çocuk saflığında...



5 Mart 2013 Salı

Mevlana demiş ki...

Mevlana demiş ki...

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Ne Zaman Vazgeçtik MASAL Anlatmaktan?



Daha uyanmamalıydık masallardan. 
Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? 
Ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? 
Ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? 
Ne zaman yoruldu Aladdin lambasını ovmaktan? 
İyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? 
Daha uyanmamalıydık... Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde. 
Bir şey oldu, bir yerlerde. 
Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.
Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha. 
Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi. 
Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası. 
Nasıl özlüyoruz geçmişi... 
Neden özler ki insan? 
Hele birde mutsuz bir çocuksanız... 
Çocuktuk çünkü. İnanıyorduk. 
Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık. 
Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.
 İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk. 
Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak... 
İclal Aydın 

4 Mart 2013 Pazartesi

Küller..

Küller..
Savurulan küller.. Uçuşan fakat geride leke bırakan küller..
Arınmak zor.. Savurmadan bir arada turmakta zor..
Aslen savurmak mı gerekir.. Uçuşturup kendi ziftinden kurtulmak olarak adlandırılır mı.. 
Bilmek ile bilememek arası bir çizgi bu.
Nereye gittiğinizi bilmemek gibi..
Kendinizi odanıza kapatıp saatlerce bir romandan medet ummak gibi.. 
Onu bitirip, üzerindeki yükü atmak istercesine bir diğerine sarılmak gibi.. 
Umarsızca cümlelerin zihne kazınmasıyla, kendi çizgini silebilmek gibi..
Bitirmek ve bitirebilmek arası bir yer burası..
Aynadaki yansımada her seferinde görüneneden çok daha farklı görmek gibi..
Her sabah onu giyinip her akşam tekrar çıkarabilmek kadar kolaymış gibi..
Hayat hep gibi.. 
Aşk gibi..
Dost gibi..
Düşman gibi..
Ayrılık gibi..
Nefret ve hüsran karışımı bir küskünlük gibi..
Gururlu..
Kibirli..
Başı dik ama ezilmeye hep meyilli gibi..
Güler fakat hep ağlamış gibi..
Haşmetli, hatırşinas bir beyefendi gibi..
Beyazca, akça pakça bir hanımefendi gibi..
Gibi....Gibi....Gibi....
Sonuçta şu ki; 
Ne avuçta kalsa tüm küller bitecek kara lekesi, nede uçsa küller tümden geçecek ellerindeki izi...

Mutlu sabahlar :)

Mutlu sabahlar :)  by t u b i
Mutlu sabahlar :) , a photo by t u b i on Flickr.

2 Mart 2013 Cumartesi

Aynı hissetmek .

Aynı hissetmek diye bir şey var..
Farklı karakterlerde olup, ayrı şeyler yaşayıp ama aynı duyguları taşımak diye bişey var.. 
İnsanın öz kadeşi ile bile yapamadığı bu duygu çok garip..
Duygularımın dilini çözebilmek için çabalarım, yapamadığım yerde okurum..
Birilerinin duygularına tercüman olabilmek ayrı bir mezihet sanırım..
Hele ki öz değil ama seçtiğim kardeşim ile aynı duyguları paylaşabilmek..
Kendime anlatırcasına ona anlatmak duygularının dilini.. Ee bi nevi benim duygularımın da dili..
Bu güzel birşey.. Kesinlikle.. :)

Bir hayal gördüm dün gece..




Bir hayal gördüm dün gece..
Uçsuz bucaksız bir sahil, sen ve ben ile..
Hayal bu ya işte, uzun uzun yürüdük seninle, elele.. 
Uzun uzun sustuk sadece..
Gün hiç batmadı tekrar doğmak üzere..
Silmedi hiç elimdeki izi, gözlerinin içindeki beni..
Hayal gördüm dün gece..
Sımsıkı sarıldın ya hani bana, hayal işte..
Kokun sardı her yanımı..
Sen sarıverdi her yanı..
Hayal gördüm dün gece.. Sadece bir hayal..
Ilık esen rüzgarda savrulan saçlarımı, 
Gözlerini, kokusunu içine çekişi gördüm.. 
Özür dileyişini fısıldadın yine, inceden.. 
Gözlerinle sarılırcasına, kırılgan bir şekilde.. 
"Özür dilerim"
Hayal bu ya işte..
Bitmek yokmuş, gitmek yokmuş ya hani o sahilde,
Unutmak varmış, 
Sevmek varmış, 
Sen varmış ya, 
Biz varmışız ya hep olduğu gibi..
Hep orada duran o salıncak gibi..
Bir hayal işte..
Ruhuma dokunduğundan beri yaşadığım bir düş..
Belli belirsiz bir an..
Geride kalan bir kaç söz, bakış.. 
Kısacık bir an..
Kokun.. Unutmaya yüz tutan kokun..
Yoldan geçen herkes sen...
Herkes aynı kokar mı hiç?
Kokarmış meğerse insanın yaşadığı düşte..
Beklememek gibi bir şey işte bunları hissetmek...
Bir hayal gördüm dün gece...
Düşümün hayali... Hayal işte...
Aldırma sen, bilme..
Sen kimbilir hangi hayalin düşündesin.. 
"Öyle misin?" "Öylesin.."
Gitmek zor.. "Kalmak" daha zor.. 
Vedasız, sessizlikte sonsuzluk gibi kalmak daha da zor..
Bir hayal gördüm dün..
Vedasız vedanı, sessizliği gördüm.. Hayal işte..
Düşümün hayali..
Düşümün hayalini yaşayayım diye belkide.. 
Kalbimi unutmayayım diye..
Belki de .. 
Susayım artık diye.. 
Hayal kurmayayım diye...  
Belkide, öyle işte..
Bir hayal kayıp gitti, bitti işte...

Aşkın ortak dili !!


"Eğer, hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün... Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın."


(Kürşat Başar)


1 Mart 2013 Cuma

Güzeldi.. Çok çok güzeldi..



Güzeldi.. 
Cok güzeldi yüzüne vuran yansımadaki herseyi .. 
Güzeldi düşüme düştüğü andaki halleri .. 
Gun batımı ile gelen sevgili halleri ..
t.a.

28 Şubat 2013 Perşembe

Nasıl ?

İnsan bazen görür ya hani birini yolda .. Cok uzaklardan gelmiş gibi hayatına. Aslında uzun zamandır hayatinda olmuş ama hic olmamış gibi .. Cok tanıdık cok yakın .. Ama bi o kadar uzak .. Dolar ya insanın içine koca bir hüzün .. Öyle bisi iste .. Özlemek gibi bisi .. Eski gibi, eskitilmis kenarı itilmiş gibi bisi .. Unutulmus ama unutulmamış bi sürü şey gibi . Öyle gibi iste .. Öyle gibi ..
t.a. 



25 Şubat 2013 Pazartesi

Başlık, bitti.. =)

Hava şahane...
İlk 24 saat sonrası dakikalar..
Ee güzel..
Keyfini, tadını çıkarmak gerek o vakit...
Öyle... Öyle..

"En iyi şiir sahipsiz olandır" "Kelebeğin Rüyası"





Günlerdir beklediğim bir filmdi "Kelebeğin Rüyası" ..

İzleyebilmek ise ayrı bir keyifti benim için.. Öylesine kötü filmler giriyor ki bazen vizyona bu film bu kadar beklemiş olmama değdi.. Uzun zamandır vizyonda izleyebildiğim en güzel film..

İzleyende izler bırakabiliyor.. Ve bir dönem filmi.. Türkiye'nin ortak bir gerçeğini anlatan harika bir yapıt olmuş..
Yılmaz Erdoğan dendiğinde kesinlikle önce bir düşünmek gerek bence, çünkü cidden iyi bir film izleyeceğinizin kanıtı gibi bir durum oluşuyor insanın kafasında..
Kendisindeki şairlik ve o içindeki tutkuyu bu filmede öyle bir yansıtmış ki film bittikten sonra düşünüyorsunuz "En son ne zaman şiir okudum" "en son ne zaman bir şairin kitabını aldım.."

Peki sizde benim gibi şaşırırmısınız bilmiyorum ben bu filmde Türkiye'nin bambaşka bir gerçeğini keşfettim..
1940 lı yıllardaki kömür ihtiyacını karşılayabilmek için Zonguldak'ta "mükellefiyet yasası" çıkarılmış.. 15-50 yaş arası belli aralıklarla çalışma zorunluluğu varmış.. Bildiğiniz jandarmalar eşliğinde, kelepçeler takılarak zorla yapılan bir uygulama.. O sahneleri izlediğiniz vakit şimdiki milli ve insancıl duygularınız ağırlığında şunu diyorsunuz kendinize "nasıl olur böyle bir şey bu insanlık dışı!" O denli bir baskı mevcut.. 
Yeni yeni ayağa kalkmaya çalışan bir ülke ve borçlarını kapatabilme uğruna getirilmiş bir "İş mükellifiyeti" ..

Düşündürücü.. 
Feci bir şekilde düşündürücü.. 
Şimdiki imkanları ve koşulları düşündüğünüzde..
Böyle bir zamanı düşünün.. Açlık, geçinmenin zor olduğu.. Hastalıkların daha yıpratıcı ve ölümcül oldukları bir dönem..
Böyle bir dönem içinde yetişen iki genç şair.. 
Hastayken bile aşkın, şiirin, tutkunun ve inandıklarınız uğruna savaşmanın ne demek olduğunu dibine kadar anlatan gerçek bir hikaye...

"Bütün dünya savaşırken bu kadar güzel olmak doğru mu?" diye başlayan bir aşk.. 
İki şairi daha çok iteleyen, inandıran bir güzellik..
"Aşk en güzel bahanesidir şiirin "

"Sen, eski bir sevda şiirisin
Bir koku var sende

Sıcak yaz akşamlarına mahsus
Ellerinde mi
Saçlarında mı 
Gözlerinde mi
Bilmem
Bir koku var sende
Sıcak yaz akşamlarına mahsus."
Muzaffer Tayyip Uslu

Zaman zaman gülümseyeceğiniz, zaman zamanda duygulara boğacak bir film..
İçimdeki bambaşka bir derinliğe salıverdi beni..
Hani hayallerimiz vardır ya çoğu zaman peşinden koşamadığımız, bir yerlerde unuttuğumuz, düşürüp tekrar alıp cebimize koyamadıklarımız işte onları getirip yerleştirdi avuçlarımın içine.. 
Yaptığınıza inanmak.. Her koşulda ve ne durumda olursanız olun pes etmemek..

"Çinli bir bilge rüyasında kelebek olduğunu görür ve uyanınca kendi kendine şöyle sorar: rüyasında kelebek olduğunu gören bir adam mıyım yoksa kendini adam olarak düşleyen bir kelebek mi?"

Sizce siz hangisisiniz? Kelebek mi bilge mi?

Behçet Necatigil'in öğrencileri Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun gerçek yaşamlarından çıkarılmış bir film... Veremden genç yaşta hayatlarını yitiren iki genç şair.. 
Behçet Necatigil onlara yazın dedi ne olursa yazın..

Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ.. İnanılmaz bir oyunculukla o dönemi öyle bir anlatıyorlarki size izlerken yaşayacaksınız..  (Eklemeden edemeyeceğim baş karakterlerin rol için verdikleri kilo ve her mimik hareketleri olsun takdire şayan..)

Gidin izleyin.. 
Eminimki hepiniz kendinize birer parça birşeyler ekleyeceğinizi düşünüyorum..
Mutlu geceler..

___

"Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan."
Muzaffer Tayyip Uslu

24 Şubat 2013 Pazar

Lattenin (ikincisinde) kalplisi makbuldur =)



Hiç düşündünüz mü merak ediyorum bir insan kalbinin gerçekten bu şekildemidir diye.. 
Çocukken cidden böyle sanırdım.. 
Gerçekten bir kalbin nasıl olduğunu orta okulda okurken insan organlarını işlediğimiz bir derste öğrendiğimde ciddi bir hayal kırıklığı yaşamıştım..
İtiraz ettiğimi hatırlıyorum "Hayır o kalp değil ki" .. Evet, bana göre değildi...
Bizim bildiğimiz kalp ucu sivri oval bir açıyla çizilmiş, biri düz diğeri tersten olan ve kuyruğu olmayan "2" ile çizilirdi. 
Bu asla kalp olamaz öğretmenim !!
Hayatın tüm gerçekleri gibi buda gerçekti.. Benim bildiğim kalp bu değil.. Gerçek kalp koca bir taş parçasına benziyordu..
Peki hiç düşündünüzmü "2" ile çizebildiğiniz o kalbi ortaya atan kim diye..
Ben çok düşündüm ve bulamadım..
Googleda bulmam için ne yazmalıydım mesela.. Hepsini denedim ve bulamadı.. 
Öyle yada böyle birisi buldu çizdi ve herkesçe bilinen bir şekle sokuldu..
Yarımşar parçalar halinde iki yan ile.. Biri siz biri o ..
Tek bir kalpte iki kişi olmak..
Tabi becerebilirseniz...

23 Şubat 2013 Cumartesi

Acaba sende beni, benim seni özlediğim kadar özlüyormusun ?



Acaba sende beni, benim seni özlediğim kadar özlüyormusun ? --- Hoş .. Çok hoş.. :)




Mutlu, mutlu sabahlar...

Bu kış çetin geçiyor..
Geçen kışta böylemiydi acaba... ?
Evet, böyleydi ama anımsayamıyorum.. Her gün bittikçe biraz uzaklaştıkça unutuyorum..
Ama o ağır koşullar hiç bitmiyor.. Gün geçtikçe dahada dolanıyor ayaklarıma..
Nefes alamıyorum.. Hissetmek istemiyorum..
Endişilerim var bir yığın, tomar halinde.. Tek tek okunmayı bekleyen kitaplarım gibi..
Neşeyle alıyorum fakat büyük bir isteksizlikle erteleyip kenarı iteliyorum...
Ne istiyorumm..? Ne istiyorsunuz benden..
Sadece unutmak istiyorum.. Mümkün mü ? Mümkün ol lüften, lütfen !!
Kasvetli, biraz soğuk.. Güneş bulutların ardına bir saklanıp bir ortaya çıkan bir gün.. 
Tıpkı içimdekiler gibi..
Mutlu bir cumartesi olur umarım ki herkes için.. Ee benim içinde...

20 Şubat 2013 Çarşamba

" Anı toplayıcıları "



Anı toplayıcıları gibiyiz..
Her gün birer an yaşıyoruz.. Ama çoğunu kenarı atmak yerine orda yaşayıp tüketiyoruz.. Aklımıza gelmiyor bir daha, belleğimize yazmıyoruz çünkü onları.. Sıradan an'lar onlar.. 
Öyle an'lar da var ki hafızamızın en can alıcı noktasına mıhlanp kalıyor.. Sökmek istesek sökemiyoruz.. Gerçekten sökmek istediğimiz ise bir muamma..

- Anılar topluyorum.. Gittiğim her yerde attığım her adımda... Baktığım her yerde..
Hafızam bana oyun oynar gibi bir yığın an'ı önüme seriyor.. Dalga geçer gibi gülümsüyor, ağlıyor kalbimi hırpalıyor..
An'lar topluyorum.. Minik tebessümler, göğü kıskandıran büyük kahkalar var.. Kısa bakış anlarım.. 
Yazılarım var.. Duygularım onlarda var.. 
Fotoğraflarım var belleğime kazıdığım, belleğime hatırlatmak istercesine denklaşörümden ekranıma yansıyanlarım var...
Burukluklarım da var anılarımda.. Mutluluklar kadar hemde... Cümlelerimin sonuna eklediğim iki noktada, ardı arkasına sıraladığım üç noktada bile..
Artık keşkelerimde var, umutsuzluklarımda da sonsuz an'lar yüklü.. Kararsız, huzursuz anılarım hep orada...
Geçen senelerde bir sürü an'ı topladım... 
Hala topluyorum, önüme seriliyorlar öylece bakıyorum, bakıyorum... 
Sadece susuyorum..

"İçime sıcacık bir duygu yerleşiveriyor.. Suyu içtiğinizde boğazınızdan miğdenize kadar ki o anı hisseder gibi yavaşça iniyor belliğimden... Damarlarımde hareket ettiğini hissediyorum... 
Tüm vucudumun an'a duydugu o tepki içimdeki o ürperme, yüzümden enseme doğru dolanan o soğukluk,  kulağımdaki uğultuyla birlikte gözlerime doluyor.. Tüylerimi diken diken ediyor.. Sol yanıma vardığında kalbimde yeşeriyor tatlı yumuşacık bir sıcaklık..

Uzun değil, hiç uzun değil kısacık bir an.. Unutmaya yüz tutan belkide çoktan unuttuğum kısacık bir an.. Gelip yerleşiyor.. Kaçıyorum herşeyden ve herkesden.. Kimse almasın diye, dokunamasın döküp saçamasın diye..."

Ben anı toplarım.. An'ılar.. İyi, kötü hepsini toplarım.. Silemem, yırtıp atamam.. Kıramam..
Ben anı toplarım.. An'ılar.. Bir sürü an'ılar... Küçücükler ama benimler.. Benim olan tek şeyler..



19 Şubat 2013 Salı

"İnsan kendine ihanet ediyor."




"Konuşmamak ne iyi, bir bilsen.
İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor.
Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor."
—  Oğuz Atay

18 Şubat 2013 Pazartesi

Mesela, diyorum...

Olur mu sizede...
Hani bir an gelir değil dört duvar arasına sığışmak kendi kafanızın içine dahi sığamazsınız..
Hani bir an da olur ki feci bir ferahlama hissi ile aydınlanırsınız..
Duygularınız, içinde bulunduğunuz o dört duvar.. Öyle tanıdık gelir ki o dört duvar size, ilk hissettiğiniz gibi arkanıza bakmadan bırakıp gitmek istediğiniz o yerle aynı yerdir üstelik..
Hani hep o ilk 24 saat çok önemlidir ya, onun gibi bişey...
İlk 24 saat zorlar.. Zorlar... Zorlar...
Sonra o koma halinden yavaşça çıkmaya başladığınızda herşey berraklaşır, hafifler, dahada netleşir.. Huzur iner, karanlık sis kaybolurken ışık doğar birden.. O ışığın huzurlu kollarına atmak için can atar bir yan, bir yanda aksi yöne çekmek için elinden geleni yapar.. 
Dinerç gösterir bir yan, diğer yan çoktan pes etmş bayrağı indirmiştir oysa.. 
Ama bir tatlıdır ki o ferahlama hissi.. 
Hani sürekli kaşınan bir yaranın tatlı tatlı kaşınması gibi... Yaraya vereceğiniz zararı düşünmeden kaşırız kaşırız... Sonra mı yara büyür büyür... Geçmez mi elbet geçer fakat yeri hep bakidir.. Kocaman belli belirsiz koyu bir pembelik bırakır..
Öyle işte..
Hayat böyle nefes almaktan ibaret olsa keşke diyorum.. Nötr, sıfır his sıfır düşünce...
O ilk 24 saati hiç yaşamasak, mesela.. 
Atlattık bitti dediğin anda bir daha tekrarlamasa, mesela..
Mesela diyorum ki; o sise hiç dolanmasak bol ışıklı bol huzurlu olsa herşey..
Sıkıcı olsa işte böyle hayat.. 
Hep mutlu hep isteksiz.. 
Net bir şekilde.. 
Nötr olsa, mesela...
Mesela diyorum, sadece beden olarak yaşasak... İyi olmaz mıydı..?
 

16 Şubat 2013 Cumartesi

Neredeyse ..

"Neredeyse kar başlar.
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Isıtabilirsin onları. O ateşte.
Hazırsın da. Biliyorum. Ama
Sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi."
—  Turgut Uyar

...<>...

Ne zaman bitecek içimdeki bu kış..
Ne zaman bitecek bu nemli bahar..
Mantığı ne zaman kenarı bırakacağım..
Ne zaman...

Boşluk ..

 Boşluk .. by t u b i
Boşluk .., a photo by t u b i on Flickr.

15 Şubat 2013 Cuma

KÖTÜ BİRİ(YİM)

Başlı başına yanlış yaratılımışım.. Buna dün gece kesin bir sonuç ile karar verdim..
Korkağım..
Potansiyel bir mutsuzluk aracıyım... Bu konuda abidesi dikilebilir cinsten..
Etrafımdaki herkese sadece mutsuzluk veren biriyim..
Beni seven birini fark edemeyecek şekilde kalın düşünceliyim..
Korkuyorum işte..
Birini mutsuz etmekten, onuda bu uçsuz yanlızlığıma çekmekten.. Orada tek olmaya alışmam gerek..
Boğazımda düğümlü bugün kelimeler..
Gözerimden akıyor hepsi bir bir...
Üzgünüm... Özür dilerim.. Hemde çok...
Doğru olanı hiç bulamadım.. Hep yanlış seçimler yanlış kararlar aldım.. Bunlar üzer.. Bi tek beni üzse keşke..
Üzer... Çok üzer...
Uykumu kaybettim yine.. sabaha kadar sadece tavanı izledim..
Ay ışığının gecenin karanlığında pencereme yansıttığı izleri seyrettim..
O'nu düşündüm..
Belkide doğru olan budur.. Böyle daha mutlu olursun.. 
Zamanla... 
Zaman...
Umarım siler..Ummak .. Beklemek..

14 Şubat 2013 Perşembe

Sevgil'i Gününüz Kutlu Olsun.. Hadi Baklım.. :)

Bugün "Aşk"ın günü..
Hiç düşündünüzmü bugün nereden doğdu diye..
Hep derim delinin biri bir taş atmış hepimizden peşinden koşmuşuz.. 
Aslında 14 Şubat Sevgililerin Günü olarak doğmamış.. Muhtemelen bugünün değişmesinde zekası ticarete işleyen biri tarafından değişime uğratılmış.. En azından ben senelerdir bunu savunurum.. 
Yani "günler" sadece para harcanacağını bildiğiniz günlerdir.. Yani benim teorime göre bir kişiyi seviyor ve ona"yar" olarak bakıyor elini tutup tüm sevginizi dile getirmek istediğiniz biri ise zaten her gün sizin olmalı bir gün değil.. İçinizden geliyorsa ona her gün hediyeler verebilmelisiniz.. Senede birgün değil yani...
Evet, günleri hatırlarım.. Kutlarımda ama bir çok kişi benim gibi düşünmediğinden ve böyle günlerde hatırlanılmaktan hoşlanırız bu sebeple.. 
Gelelim 14 şubat nerden gelmiş.. Aslında bir çok kişi bilmez nereden gelmiş diye.. Bakınız;

"Sevgililer Günü: 270 yılında Aziz Valentinus adlı rahibin, Roma İmparatoru II. Cladius tarafından kafası uçuruldu. 226 yıl sonra 496'da ise Papa Gelasius, 14 Şubat'ı Aziz Valentin Günü ilan etti. Aziz Valentinus Yortusu, 19. yüzyıla gelindiğinde; Amerikalı Esther Howland'ın ilk Sevgililer Günü kartını göndermesinden bu yana farklı biçimde kutlanmaya başlandı."

Yani sevgili "Vikipedi'den" gayette açıklayıcı bir durum bu.. Valentine kelimesi sevgi, hoşlanılan kişi anlamına gelmekteymiş.. Ve Amerikalı Esther'de buradan yola çıkarak farklı bir boyut katmış görünüyor...

Ee ne diyelim.. Madem böyle gelmiş böyle devam edecek, banada Sevgililer gününüzü kutlamak düşer.. :)
Mutlu günler...

Gün'aydın ..!

Delice açan papatya .. Mevsim kış, soğuk ve nemli .. Oysa ki yazdir onun mevsimi .. Ne buyuk bir cesarettir ki mevsimsiz acmak .. Bu denli guzel olup dimdik yasama tutunmak, inadına tüm yapraklarını acmak .. Nasıl bir cesarettir sendeki .. Bir parça alabilsem senden o cesareti ..

12 Şubat 2013 Salı

Başlık yok.! İsim yok.!


Günlerdir sadece yazma fikri zihnimden geçmekte.. Geçiyor geçmesinede yazamıyorum..
Nasıl yazılır nasıl dile getiririm bilmiyorum ki.. -Hep bilmiyorumki, hep.. Ne zaman bileceğim ben?
Sayfaları karalanmış yıpranmış ve yırtıklarla dolu içim..
Satır aralarını okuyabiliyorum sadece.. -Başlık yine yok..
Yarım yamalak cümleler, kıyısı köşesi silinmiş kelimelerim var.. -Çıkaramıyorum içinden ne olduğunu, ne istediğimi.. Ne yazıyor orada?
Küstüm kendime .. Yine küstüm.. Garipsiyorum bu hallerimi bazen..
İnsan kendine küsermi? -Ben küsüyorum. Üstelik bu aralar bunu çok sık yapıyorum..
Yalnızlığa mı alışamıyorum? -Yoksa fazlamı alıştım?
Hangine küstüğümü bile bilmiyorum.. Yada neden, niye, niçin...
Korkuyorum.. İncinmekten çok incitmekten korkuyorum.. - Evet !
İncinmekten de korkuyor(muş)um.. -Evet !
Yalnız olmak ve olmamak arasında çizilmiş kalın bir şerit üzerinde bir aşağı bir yukarı yürüyorum sürekli..
Küskünlüklerim bitsin istiyorum.. -Bunu istiyorum.. Saçlarım bile böyle ruh hallerindeyken  tepkisini gösteriyor..
Bunu bir ben yapamıyorum.. -Bir ben !
Sadece küsüyorum.. Susuyorum.. Ağlıyorum.. 
Hepsi bu..

11 Şubat 2013 Pazartesi

- LÂ/Sonsuzluk Hecesi-

Hikâyenin ismi düştü dilime bir gece: LÂ.
İLLÂ, dedim.
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim..
- LÂ/Sonsuzluk Hecesi-


6 Şubat 2013 Çarşamba

Umuda karşı ..

Işık hep tepelerden doğar.. Gökyüzü ile yeryüzünün bitiminde son bulur.. Ertesi gün yine doğar.. Umut ışık demektir.. Işık umudu müjdelerken, silmek için batmaz her gün batımında.. ışıkta yalnızdır.. koybolup gitmeside.. Umut ise kalabalıklarla doludur.. İnsan tektir.. Yalnız doğmadıkmı.. Tek ve yalnız.. Tek başına olmakta yalnızlıktır..
t.a.

Copyright All Right Reserved ! Tuba Atamer !